ÜÇÜNCÜ CİLD, 154. cü MEKTÛB
Allahü teâlâ, yüksek derecelere kavuşdursun! Bunun için, parlak dîne uymak, Muhammed aleyhisselâmın yolunda bulunmak lâzımdır. Bu yolu gösteren üstâdı sevmeli, ona tâbi’ olmalıdır. Elem, derd geldiği zemânlarda da, Allahü teâlânın irâdesine ve ezeldeki takdîrine teslîm ve râzı olmalıyız! Mevtâlara düâ, sadaka ve hayr yâd ile imdâd ediniz! Rahmetlinin feyzlerini, bereketlerini bekleyiniz! Kabrini ziyâret ederek, feyz taleb ediniz! Sevdiklerimizden, o mübârek şehri ma’mûr etmelerini ve merhûmun yolunda bulunmalarını, vazîfelere devâm etmelerini bekliyoruz. Müsâfirlere hizmet ediniz! Merhûmun evlâdına hizmet etmeğe ve onların gönüllerini almağa çalışınız! Çocuklara dinlerini öğretmekde, edeb ve terbiye vermekde kusûr etmeyiniz! Beş vakt nemâzı, vaktlerinde ve cemâ’at ile kılınız! Vazîfeleri [Zikri ve ezânı] ve Kur’ân-ı kerîmi, tegannî yapmadan ve mizmâr [ses veren âlet] kullanmadan okumağa devâm ediniz! [(Dürrül-meârif) önsözünde diyor ki, (Mûsikî âletleri ile okumak günâhdır. İcmâ’ [ya’nî sözbirliği] ile harâmdır.).]
Dostlarımın ayrılığından, kalbim kan ağlıyor.
Onları hâtırladıkca, iliklerim yanıyor.
ÜÇÜNCÜ CİLD, 156. cı MEKTÛB
Yazıklar olsun, ömr geçdi. Bir hayrlı iş yapmadım. Dünyânın vefâsız, yalancı olduğu, şimdi anlaşıldı. Hayâtı, hayâl oldu. Fitneleri, derdleri bitmedi. Ahbâb, arkadaşlar, öldüler, gitdiler. Bu hâlleri görüp de, gafletden uyanmıyor, ibret almıyoruz. Pişmân olmuyoruz. Tevbe etmiyoruz. Gaflet devâm ediyor, günâhlarımız artıyor. Allahü teâlâ, Tevbe sûresinin 127. ci âyetinde meâlen, (Görmiyorlar mı ki, her sene, bir iki kerre, derdlere, belâlara yakalanıyorlar. Yine tevbe etmiyor, pişmân olmuyorlar) buyurdu. Bu nasıl îmândır? Nasıl müslimânlıkdır? Ne kitâbdan, ne sünnetden nasîhat alınıyor. Ne de, başa gelen derdlerden, hâdiselerden ibret alınıyor. Uzun seneler, berâber yaşadıkları, birlikde gezip dolaşdıkları, yiyip içdikleri, yatıp kalkdıkları ahbâblarını, arkadaşlarını düşünsünler. Sevdiklerinin, birlikde eğlendiklerinin, yardımcılarının ne olduklarını görmiyorlar mı? Hiçbirinden birşey kaldı mı? Onlardan haber verenler var mı? Ömrlerinin harmanını rüzgâr götürdü.
Vefâsızdır, ey denî dünyâ senin her ni’metin!
Ecel fırtınaları, mahv eyliyor her rif’atın.
Yâ Rabbî! Onların ecrinden, feyzinden bizi mahrûm eyleme! Onlardan sonra, bizi fitnelere düşürme! Biz garîbler, birkaç günlük ömrümüzü gaflet ile geçirmemeğe gayret edelim. Tavşan uykusu ile yaşamıyalım! Kalblerimizi geçici, yaldızlı, sahte lezzetlere kapdırmıyalım! Bu zehrli tatlılıklara aldanmıyalım! Allahü teâlânın emr etdiği ibâdetleri, râzı olduğu iyi işleri yapalım! Nefs ve şeytânın ve kötü kimselerin yalanlarına, fitnelerine inanmıyalım! Kabr ve kıyâmet azâblarını düşünerek, kendimizi şimdiden koruyalım! Bu kısa hayât ve aslı olmıyan görünüşü bırakıp, ölmeden ölmekle şereflenelim! Aslımızın hiç olduğunu düşünelim! Emânet edilen zînetleri takarak övünen ahmak kimse ile herkes alay eder. Bozuk, hîleli mal satanı kimse sevmez. Varlık ve var olana yakışan herşey, hakîkî var olanındır. Önü ve sonu yokluk olanın, kemâli, kendi yokluğunu anlamasıdır.
Kişi noksânını bilmek gibi, irfan olmaz!