368 266-Mektub

Âhıretde, dünyâdaki işlerden süâl ve hesâb vardır. Âhırete mahsûs olan bir terâzî ve Sırât köprüsü denilen bir geçid vardır. Bunları Muhbir-i sâdık “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” haber vermişdir. Peygamberlik ne demek olduğunu bilmiyen ba’zı câhillerin, bunlara inanmaması, bunların yok olmasını göstermez. Var olan şeylere yok demek kıymetsiz, boş söz olur.Peygamberlik makâmı, aklın üstündedir. Peygamberlerin doğru söz­lerini, akla uydurmağa çalışmak, Peygamberliğe inanmamak, güvenme­mek olur. Âhıret işlerinde, Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vetteslî­mât”, akla danışmadan tâbi’ olmak, uymak lâzımdır. Peygamberlik makâ­mı, aklın hudûdunun, çerçevesinin dışında, üstündedir. Akl, eremediği şeyleri, kendine uymıyor sanır. Akl, Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vet­teslîmât” uymadıkca, yüksek derecelere çıkamaz, eremez. Uygun olmamak, ya’nî muhâlif olmak başkadır, erememek, anlıyamamak başkadır. Çünki uy­mamak, ancak anladıkdan sonra olabilir.

Cennet ve Cehennem vardır. Kıyâmet günü, hesâbdan sonra, birçok­ları Cennete gönderilecek, birçoğu da, Cehenneme sokulacakdır. Cenne­tin sevâbı, ni’metleri ve Cehennemin azâbı ebedîdir, sonsuzdur. Bunlar, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkca bildirilmekdedir. Muhyid­dîn-i Arabî “kuddise sirruh” (Füsûs) kitâbında, (Sonunda herkes rahme­te kavuşacakdır) diyor ve (Rahmetim herşeyi kapladı) âyet-i kerîmesini bildirip, (Kâfirler, Cehennemde üçbin sene kalarak, sonra Cehennem, bun­lara serin ve râhat olacakdır, nasıl ki ateş, dünyâda İbrâhîm aleyhisselâ­ma selâmet olmuşdu. Allahü teâlâ azâb va’d etdiği sözünden dönebilir) di­yor. (Ehl-i dilden, hiçkimse, kâfirlerin Cehennemde ebedî kalacağını söylemedi) diyerek, burada da, doğru yoldan ayrılmakdadır. A’râf sûre­sinin, (Rahmetim herşeyi içine aldı) meâlindeki yüzellibeşinci âyet-i ke­rîmesinin, dünyâda rahmetin, mü’minlere ve kâfirlere berâber olduğunu gösterdiğini anlıyamadı. Âhıretde, kâfirlere rahmetin zerresi bile yokdur. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı kerîmde bunu bildiriyor ve (Rahmetim herşeyi kap­lamışdır) buyurdukdan sonra meâlen, (Rahmetim, benden korkup, harâm­lardan kaçanlar ve zekâtlarını verenler ve Kur’ân-ı kerîmime inananlar içindir) buyuruyor. Muhyiddîn-i Arabî “kuddise sirruh”, âyet-i kerîmenin başını okuyup, sonunu bırakıyor. Yine A’râf sûresinin ellibeşinci âyetin­de meâlen, (Rahmetim, îmânı ve ihsânı olanlaradır) buyuruldu. İbrâhîm sû­resinin, (Allahü teâlâ, Peygamberlerine verdiği sözden döner sanmayınız) meâlindeki kırkyedinci âyet-i kerîmesi, diğerlerine verdiği sözden döner de­mek değildir. Burada, yalnız Peygamberlerine verdiği sözden dönmez bu­yurması belki, Peygamberlerinin kâfirlerden dahâ kuvvetli ve onlara gâlib olması için verdiği sözden demekdir ki, böylece hem Peygamberlerine, hem de bunların düşmanı olan kâfirlere söz verilmekdedir. O hâlde, bu âyet-i kerîme, hem Peygamberlerine, hem de düşmanlarına verdiği sözden dön­miyeceğini bildiriyor ki, sözünü isbât için yazdığı bu âyet-i kerîme, onun ya­nıldığını meydâna çıkarıyor. Şunu da söyliyelim ki, düşmanlarına verdiği sözden dönmesi, dostlarına verdiği sözden dönmek gibi, yalancılık olur ki, Allahü teâlâya bunu söylemek çok yersizdir. Çünki, kâfirlere azâb etmiye­ceğini biliyorken, bir fâide için, bilgisinin aksine olarak, sonsuz azâb ede­ceğim diyor demek, çok çirkin bir sözdür.