081 46-Mektub

(Herkese Lâzım Olan Îmân) kitâbının 1999 târîhli baskısının dokuzuncu sahîfesinde ve (Se’âdet-i Ebediyye) 64.cü sahîfesinde ve (Hak Sözün Vesîkaları) 125.ci sa­hîfesinde yazılıdır. Kalb böyle temizlendiği gibi, nefsin de, (Kelime-i Tev­hîd) okumak ile temizleneceği 52. ve 78.ci mektûblarda yazılıdır. Mekteb, meslek arkadaşı, öğretmen, gazete, televizyon, radyo, islâmiyyete, ahlâka muhâlif ise, bunların fenâ arkadaş oldukları anlaşılır. Kalb, bu üç düşmâ­nın [Nefsin, şeytânın, kötü arkadaşın] şerrinden, hücûmundan kurtulun­ca, (tasfiye) bulur, ya’nî harâmları sevmek hastalığından kurtulur. Allah sev­gisi, kendiliğinden yerleşir. Suyu boşalan şişeye havânın dolması gibi olur.]Veşşemsi sûresi dokuzuncu âyetinde meâlen, (Nefsini tezkiye eden kurtuldu. Nefsini günâhda, cehâletde, dalâletde bırakan, ziyân etdi) buyu­ruldu.

(Mevâkib tefsîri)nde diyor ki, (Nefs tezkiye edilince, kalb tasfiye bulur. Ya’nî nefs, kötü isteklerden kurtarılınca, kalbin mahlûklara, harâmlara bağ­lılığı kalmaz.Fârisî beyt tercemesi:

Harâmları istemekden, kesilmedikçe nefs, kalb ilâhî nûrlara, ayna olamaz hiç!

Nefsin kötülükleri, pislikleri demek, islâmiyyetin beğenmediği, harâm etdiği şeyler [ya’nî, dünyâ] demekdir). Şimdi ba’zıları, Allahü teâlânın fe­nâ dediği, yasak etdiği şeylere, moda, asrîlik, ilericilik diyor. Allahü teâlâ­nın beğendiği, emr etdiği şeylere gericilik, câhillik diyor. Harâm işleyenle­re san’atkâr, aydın, ilerici insan, müslimânlara mürtecî, yobaz, gerici diyen­ler oluyor. Bunlara aldanmamalı. Dîni, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâbların­dan öğrenmelidir.]

Görülüyor ki, bu açık, parlak islâmiyyete ve temiz, doğru yola inanmı­yan kimsenin kalbi, şekerin tadını anlıyamıyan safralı gibi, hastadır. Fâri­sî mısra’ tercemesi:

Bir kimse, kör ise, güneşin suçu ne?

Seyr ve sülûkdan [ya’nî tesavvuf yolunda ilerlemekden] maksad, nefsi tezkiye ve kalbi tasfiye etmekdir. Ya’nî nefsi ve kalbi hastalıklardan kur­tarmakdır. Bekara sûresinde, (Kalblerinde hastalık vardır) meâlindeki dokuzuncu âyet-i kerîmede bildirilen hastalık tedâvî edilmedikçe, hakîkî îmân ele geçmez. Bu âfetler var iken, akl yolu ile kalbde hâsıl olan îmân, îmânın sûretidir. Çünki nefs, bu îmânın tersini istemekde, küfründe inâd ve isrâr etmekdedir. Böyle îmân, safra hastasının, şekerin tatlı olduğuna îmân etmesi gibidir. Herne kadar inandım dese de, vicdânı, şekeri acı bil­mekdedir. Safrası düzeldikden sonra, şekerin tatlı olduğuna hakîkî îmân hâ­sıl olur. Îmânın hakîkati de, nefsin tezkiyesinden ve kalbin itmînânından sonra kalbde hâsıl olur. [İtmînân, hakîkî inanmak demekdir.] İşte böyle ha­kîkî îmân yalnız Evliyâda bulunur ve elden gitmez. Yûnüs sûresinde, (Bi­liniz ki, Allahü teâlânın Evliyâsı için, azâb korkusu, ni’metlere kavuşma­mak üzüntüsü yokdur!) meâlindeki altmışikinci âyet-i kerîmedeki müjde, böyle îmân sâhibleri içindir. Allahü teâlâ, hepimizi bu kâmil, hakîkî îmân­la şereflendirsin! Âmîn. [63.cü mektûbu okuyunuz!]