201 163-Mektub

Kelime-i tevhîd okur. İnanıyorum der. Müsli­mân olduğunu söyler. Hâlbuki kâfirlerle, münâfıklarla görüşerek, konuşa­rak onun müslimânlığı, îmânı saf ve temiz kalmaz. Hattâ, büsbütün gider de, farkında bile olmaz. Allahü teâlâ, hepimizi, nefslerimizin kötülüğün­den ve amellerimizin bozuk olmasından korusun!

Fârisî beyt tercemesi:

Zavallı câhil, sanır ki, din adamıdır;

din ile ilgisi, yalnız böyle sanmasıdır.

Hindistândaki islâm düşmânlarının azgınlarını görüyoruz. Müslimânlar­la alay ediyorlar. Müslimânları kötülüyorlar. Ellerine fırsat geçerse, güç­leri yeterse, müslimânlara her işkenceyi yaparlar. Hattâ hepsini öldürür­ler. Yâhud onları dinden, îmândan ayırırlar. İslâm terbiyesini, ahlâkını, ha­yâsını, şerefini yok ederler. O hâlde, müslimânların bu azgın kâfirlere uy­mamaları, bunlardan sakınmaları, bunlara aldanmamaları, bunun için Al­lahü teâlâdan hayâ etmeleri lâzımdır. (Hayâ îmândandır) buyuruldu. Müs­limân olanın böyle çirkin işlerden sıkılması lâzımdır. İslâm düşmânlarını, Allahın emrleri ile alay edenleri, halâle, harâma aldırış etmiyenleri zarar­lı bilmelidir. Bunları aşağı tutmalıdır. Bunlara yardımı dokunan her hare­ketden sakınmalıdır. İslâmiyyet, gayr-i müslim vatandaşlardan cizye deni­len verginin alınmasını emr etmekdedir. Şimdi Hindistânda kâfirlerden ciz­ye alınmıyor. İslâmiyyetin bu emri unutulmuş oldu. Bunun da sebebi, Hin­distândaki müslimânların islâm dînini ve müslimânları yok etmeğe çalışan kâfirlerle sevişmeleri olmuşdur. Kâfirlerden cizye alınmasını emr etmek­den maksad, onları sıkışdırmak, aşağı tutmakdır. O kadar aşağı düşerler ki, cizye vermemek için, kıymetli elbise giyemezler. Süslü eşyâ kullanamazlar. Çok para vermemek için, korkarlar ve titrerler. Müslimânlara ne oldu ki, cizye almağı unutdular. Allahü teâlâ, kâfirlerin zelîl ve hakîr olmaları için, cizye vermelerini emr etdi. Böylece, onların aşağı, müslimânların da üstün, izzetli ve şerefli olmalarını sağladı. Fârisî mısra’ tercemesi:

Kâfirlerin azalması, İslâma kuvvet verir.

Bir kimsenin müslimân olmasına alâmet, İslâm düşmânlarını tanıması, onlara aldanmaması, sözlerini dinlememesidir. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîm­de, Tevbe sûresi yirmisekizinci [28] âyetinde kâfirlere (Neces) ya’nî pis dedi. Doksanbeşinci [95] âyetinde de (Rics) buyurdu. Rics de pis demekdir. Bunun için, müslimânların kendileri ile alay eden kâfirleri pis ve zararlı bil­meleri lâzımdır. Böyle bilince, onlarla arkadaşlık yapmazlar, sevişmezler, on­lardan sakınırlar. Onlarla birlikde bulunmakdan nefret ederler. Böyle kâ­firlerle meşveret etmek, işleri onlara danışıp onların sözü ile hareket etmek, bu din düşmânlarına kıymet vermek olur. Hem de, onları çok yükseltmek olur. Onlardan yardım, şifâ beklemek ve hele onlar vâsıtası ile düâ ve ibâ­det etmek boşuna uğraşmakdır. Mü’min sûresinin ellinci âyetinde ve Ra’d sûresinin ondördüncü âyetinde meâlen, (Kâfirlerin düâları ancak dalâlet­dir) buyuruldu. Ya’nî, İslâm düşmânlarının düâları kabûl olmaz, hiç fâide vermez. Kâfirler, papazlar vâsıtası ile yapılan düâları Allahü teâlâ hiçbir ze­mân kabûl etmez. Böyle düâların müslimânlara fâidesi olmaz. Yalnız bu sû­retle o dinsizlere bir kıymet verilmiş olur.