Benzeri görülür demek olur. Allahü teâlâ görülecek, nasıl olduğu anlaşılamıyacakdır. Birşeye benzetilemiyecekdir.
Olgun, yüksek insanların rûhlarına kadîm demeleri, bunları ebedî bilmeleri de, Ehl-i sünnet âlimlerine uymamakdadır “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”. Çünki âlemlerin hepsi, bütün zerreleri ile birlikde yok idi. Hepsi sonradan yaratıldı. Rûhlar da, âlemden bir parçadır. Allahü teâlâdan başka, herşeye (Âlem) denir.
Görülüyor ki, tesavvuf yolcusunun, işin iç yüzüne varmadan önce, kendi keşf ve ilhâmına uymasa da, Ehl-i sünnet âlimlerine tâbi’ olması lâzımdır “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”. Âlimleri haklı, doğru, kendini yanlış bilmelidir. Çünki, Ehl-i sünnet âlimleri, bilgilerini, Peygamberlerden “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” almışdır. Bu bilgiler, vahy ile gelmiş olup sağlamdır. Yanlışlıkdan, şaşırmakdan korunmuşdur. Bu bilgilere uymıyan kendi keşfi ve ilhâmı ise yanlışdır, bozukdur. Bunun için kendi keşfini, âlimlerin sözünün üstünde tutmak, vahy ile inmiş olan sağlam bilgilerin üstünde tutmak olur. Bu ise, sapıklığın tâ kendisidir ve zarâr, ziyândan başka birşey değildir.
Kitâba ve sünnete, ya’nî Kur’ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere uygun i’tikâd lâzım olduğu gibi, müctehidlerin Kitâb ve sünnetden çıkardıkları ahkâma, ya’nî islâmiyyete uygun işlere, ahkâm-ı islâmiyyeye uymak lâzımdır. Bu ahkâm, halâl, harâm, farz, vâcib, sünnet, müstehab, mekrûh ve şübheli olan işler demekdir. Bu ahkâmı öğrenmek de lâzımdır. [Müslimânlar iki kısmdır: Yâ (Müctehid)dir veyâ (Mukallid)dir. Müctehid olmıyan her müslimâna mukallid denir.] Mukallidlerin, Kitâbdan ve sünnetden, müctehidlerin çıkarmış olduğu hükmlere uymıyan hükm çıkarmaları câiz değildir. Kendi çıkardığı hükmlere göre yapacağı işleri kabûl olmaz. Her mukallidin bir müctehide uyması, ya’nî bir mezhebe girmesi lâzımdır. Bulunduğu mezhebin muhtâr olan, ya’nî âlimlerin çoğunun uyduğu hükmlerine uymalıdır. Ruhsatdan, izn verilen işleri yapmakdan sakınmalı, azîmet ile amel etmelidir. Kendi mezhebine uymakla berâber, başka mezheblere de uymağa çalışmalıdır. Böylece müctehidlerin sözbirliğine uyulmuş olur. Meselâ, imâm-ı Şâfi’î “rahimehullah” abdest alırken, niyyet etmek farz demişdir. Hanefîler de, abdest alırken niyyet etmelidir. Bunun gibi, uzvları yıkarken sıra gözetmek ve birbiri ardına çabuk yıkamak lâzımdır. İmâm-ı Mâlik, abdest uzvlarını uğmak farz demişdir. Elbette uğmalıdır. Şâfi’î mezhebinde, elin yabancı kadına ve kendi zekerine dokunması abdesti bozar. Hanefî olanın eli, kendi zekerine veyâ onsekiz yakın kadınından başka bir kadına dokununca, abdestini tâzelemelidir. [Hanbelî mezhebinde erkeklerin avret mahalli, yalnız zeker ve şercdir. [Bu ikisine sev’eteyn denir.] Diğer üç mezhebde olanların, harac (güclük) olduğu zemân hanbelî mezhebini taklîd etmeleri lâzımdır.] Her işi, dört mezhebe de uygun yapmağa çalışmalıdır. [(Mîzân-ül-kübrâ) kırkıncı sahîfesi başında diyor ki, (Her müslimânın hilâfdan kurtulmasının, ya’nî dört mezhebe de uygun ibâdet etmesinin en iyi yol olduğu sözbirliği ile bildirilmişdir).]
İ’tikâdı ve ameli doğrultdukdan, bu iki kanadı ele geçirdikden sonra, Allahü teâlâya yaklaşdıran [ya’nî sevgisine kavuşduran] yolda ilerlemek sırası gelir.
4:17 minutes ( 1.98 MB)