423 286-Mektub

Benzeri görülür demek olur. Allahü teâlâ gö­rülecek, nasıl olduğu anlaşılamıyacakdır. Birşeye benzetilemiyecekdir.

Olgun, yüksek insanların rûhlarına kadîm demeleri, bunları ebedî bil­meleri de, Ehl-i sünnet âlimlerine uymamakdadır “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”. Çünki âlemlerin hepsi, bütün zerreleri ile birlikde yok idi. Hepsi sonradan yaratıldı. Rûhlar da, âlemden bir parçadır. Allahü te­âlâdan başka, herşeye (Âlem) denir.

Görülüyor ki, tesavvuf yolcusunun, işin iç yüzüne varmadan önce, ken­di keşf ve ilhâmına uymasa da, Ehl-i sünnet âlimlerine tâbi’ olması lâzım­dır “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”. Âlimleri haklı, doğru, kendini yanlış bilmelidir. Çünki, Ehl-i sünnet âlimleri, bilgilerini, Peygamberlerden “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” almışdır. Bu bilgiler, vahy ile gelmiş olup sağlamdır. Yanlışlıkdan, şaşırmakdan korunmuşdur. Bu bilgilere uymıyan kendi keşfi ve ilhâmı ise yanlışdır, bozukdur. Bunun için kendi keşfini, âlim­lerin sözünün üstünde tutmak, vahy ile inmiş olan sağlam bilgilerin üstün­de tutmak olur. Bu ise, sapıklığın tâ kendisidir ve zarâr, ziyândan başka bir­şey değildir.

Kitâba ve sünnete, ya’nî Kur’ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere uygun i’ti­kâd lâzım olduğu gibi, müctehidlerin Kitâb ve sünnetden çıkardıkları ah­kâma, ya’nî islâmiyyete uygun işlere, ahkâm-ı islâmiyyeye uymak lâzımdır. Bu ahkâm, halâl, harâm, farz, vâcib, sünnet, müstehab, mekrûh ve şübhe­li olan işler demekdir. Bu ahkâmı öğrenmek de lâzımdır. [Müslimânlar iki kısmdır: Yâ (Müctehid)dir veyâ (Mukallid)dir. Müctehid olmıyan her müslimâna mukallid denir.] Mukallidlerin, Kitâbdan ve sünnetden, müc­tehidlerin çıkarmış olduğu hükmlere uymıyan hükm çıkarmaları câiz de­ğildir. Kendi çıkardığı hükmlere göre yapacağı işleri kabûl olmaz. Her mukallidin bir müctehide uyması, ya’nî bir mezhebe girmesi lâzımdır. Bu­lunduğu mezhebin muhtâr olan, ya’nî âlimlerin çoğunun uyduğu hükmle­rine uymalıdır. Ruhsatdan, izn verilen işleri yapmakdan sakınmalı, azîmet ile amel etmelidir. Kendi mezhebine uymakla berâber, başka mezheblere de uymağa çalışmalıdır. Böylece müctehidlerin sözbirliğine uyulmuş olur. Meselâ, imâm-ı Şâfi’î “rahimehullah” abdest alırken, niyyet etmek farz de­mişdir. Hanefîler de, abdest alırken niyyet etmelidir. Bunun gibi, uzvları yı­karken sıra gözetmek ve birbiri ardına çabuk yıkamak lâzımdır. İmâm-ı Mâ­lik, abdest uzvlarını uğmak farz demişdir. Elbette uğmalıdır. Şâfi’î mezhe­binde, elin yabancı kadına ve kendi zekerine dokunması abdesti bozar. Ha­nefî olanın eli, kendi zekerine veyâ onsekiz yakın kadınından başka bir ka­dına dokununca, abdestini tâzelemelidir. [Hanbelî mezhebinde erkeklerin avret mahalli, yalnız zeker ve şercdir. [Bu ikisine sev’eteyn denir.] Diğer üç mezhebde olanların, harac (güclük) olduğu zemân hanbelî mezhebini tak­lîd etmeleri lâzımdır.] Her işi, dört mezhebe de uygun yapmağa çalışmalı­dır. [(Mîzân-ül-kübrâ) kırkıncı sahîfesi başında diyor ki, (Her müslimânın hilâfdan kurtulmasının, ya’nî dört mezhebe de uygun ibâdet etmesinin en iyi yol olduğu sözbirliği ile bildirilmişdir).]

İ’tikâdı ve ameli doğrultdukdan, bu iki kanadı ele geçirdikden sonra, Al­lahü teâlâya yaklaşdıran [ya’nî sevgisine kavuşduran] yolda ilerlemek sı­rası gelir.