379 266-Mektub

Müstehab olan vaktler, cemâ’at ile kılmak için, mescide gitmek içindir. Nemâzı kılmadan vakti çıkarsa, adam öldürmüş gibi büyük günâh olur. Kazâ etmekle, bu günâh afv olmaz. Yalnız borc ödenir. Bu günâhı afv etdirmek için, tevbe-i nasûh yapmak veyâ hacc-i mebrûr yapmak lâzımdır.(İbn-i Âbidîn).]

Nemâzda Kur’ân-ı kerîmi sünnet olan mikdârda okumalıdır. Rükû’de ve secdelerde hareketsiz durmak, herhâlde lâzımdır. Çünki, farz veyâ vâ­cibdir. Rükû’den kalkınca, öyle dik durmalıdır ki, kemikler yerlerine yer­leşsin. Bundan sonra, bir mikdâr, bu şeklde durmak farzdır veyâ vâcib veyâ sünnet demişlerdir. İki secde arasında oturmak da böyledir. Bunlara herhâlde çok dikkat etmelidir. Rükû’de ve secdelerde tesbîh en az üç ker­redir. Çoğu yedi veyâ onbirdir. İmâm için ise, cemâ’atin hâline göredir. Kuv­vetli bir insanın, sıkıntısı olmadığı zemânlarda, yalnız kılarken, tesbîhleri, en az mikdârda söylemesi, ne kadar utanacak bir hâldir. Hiç olmazsa, beş kerre söylemelidir. Secdeye yatarken, yere dahâ yakın a’zâyı, yere dahâ ev­vel koymalıdır. O hâlde, önce dizler, sonra eller, dahâ sonra burun, en sonra da alın konur. Dizlerden ve ellerden, evvelâ sağlar yere konur. Sec­deden kalkarken, yukarıda olan a’zâ evvel kaldırılır. O hâlde, evvelâ alın kaldırılmalıdır. Ayakda iken, secde yerine, rükû’de iken ayaklara, secde­de burun ucuna ve otururken iki ellere veyâ kucağına bakılır. Bu söyledi­ğimiz yerlere bakıp da, gözler etrâfa kaymaz ise, nemâz, cem’ıyyetle kılı­nabilir. Ya’nî kalb de, dünyâ düşüncelerinden kurtulabilir. Huşû’ hâsıl olur. Nitekim, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” böyle buyur­muşdur. El parmaklarını rükû’de açmak ve secdede birbirlerine yapışdır­mak sünnetdir. Bunlara da dikkat etmelidir. Parmakları açık yâhud bitişik bulundurmak sebebsiz, boş şeyler değildir. İslâmiyyetin sâhibi [ya’nî Pey­gamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”] fâidelerini düşünerek böyle yapmışdır. Bizler için, islâmiyyetin sâhibine uymak kadar büyük bir fâide yokdur “aleyhissalevâtü vesselâm”. Bu söylediklerimiz, fıkh kitâblarında bildirilen şeyleri yapmağa teşvîkdir, heveslendirmekdir. Allahü teâlâ, bi­ze ve size islâmiyyetin gösterdiği sâlih işleri yapmak nasîb etsin! Peygam­berlerin seyyidi, efendisi, en iyisi, en üstünü hurmeti için “aleyhi ve aley­him ve alâ âli küllin minessalevâti efdalühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ”, bu düâmızı kabûl buyursun! Âmîn. Îmânı tashîh etdikden sonra, eğer ne­mâzın fâidesini ve ona mahsûs üstünlükleri anlamak isterseniz, üç mektû­bu okuyunuz! Bunlardan birini oğlum Muhammed Sâdıka, ikincisini mîr Muhammed Nu’mâna, üçüncüsünü Tâceddîn hazretlerine yazmışdım. [Bunlar, (Mektûbât)ın birinci cildinde [Mektûbât Tercemesinde] 260, 261 ve 263. cü mektûblardır.

İnsanın yükselmesini, se’âdet-i ebediyyeye kavuşmasını, bir tayyârenin uçmasına benzetirsek, i’tikâd ile amel, ya’nî îmân ile ibâdet, bunun gövde­si ve motorları gibidir. Tesavvuf yolunda ilerlemek de, bunun enerji mad­desi, ya’nî benzini demekdir. Maksada ulaşmak için, tayyâre elde edilir. Ya’nî, îmân ve ibâdet kazanılır. Harekete geçmek için, kuvvet maddesi ya’nî tesavvuf yolunda ilerlemek lâzımdır.]

Tesavvuf, ehl-i sünnet i’tikâdından ve islâmiyyetin emrlerinden başka şeylere kavuşmak için değildir. Ehl-i sünnet i’tikâdının yakînî ve vicdânî ol­ması, ya’nî sağlamlaşması, şübhe getiren te’sîrlerle sarsılmaması içindir.