129 80-Mektub

Peygamber “sallallahü aley­hi ve sellem” efendimize de, iki yüzlü mü diyecekler? Hâşâ! Bu, hiç olamaz. Peygamberin “sallallahü aleyhi ve sellem” doğruyu bildirmesi vâcibdir. İdâ­re ediyordu diyen zındık olur, dinsiz olur. Mâ’ide sûresi, yetmişinci âyetin­de meâlen, (Ey kıymetli Resûlüm! Rabbinden sana indirileni, herkese ulaşdır! Bunları, doğru bildirmezsen, Peygamberlik vazîfeni yapmamış olursun! Allahü teâlâ, seni, düşmanlık etmek istiyenlerden korur) buyurul­du. Kâfirler diyordu ki, Muhammed “sallallahü aleyhi ve sellem”, vahy olu­nan şeylerden, işine gelenleri söylüyor, işine gelmiyenleri söylemiyor. Bu­nun üzerine, bu âyet-i kerîme gelerek herşeyi doğru söylediği bildirildi. Pey­gamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, âhırete teşrîf edinceye kadar, üç halîfeyi hep över, başkalarından üstün tutardı. Demek ki, bunları övmek, üstün tutmak, hatâ olamaz, yanlış yol olamaz.

Îmân edilecek şeylerde Eshâb-ı kirâmın hepsine uymak lâzımdır. Çün­ki, i’tikâd edilecek şeylerde, birbirlerinden hiç ayrılıkları yokdur. Fürû’da, ya’nî yapılacak işlerde ayrılma olabilir.

Eshâb-ı kirâmdan “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” birine dil uza­tan kimse, hepsini lekelemiş olur. Çünki, hepsinin îmânı, i’tikâdı birdir. Bi­rine dil uzatan, hiçbirine uymamış olur. Birbirlerine uygun olmadıklarını, aralarında birlik bulunmadığını söylemiş olur. Onlardan birini kötülemek, onun söylediklerine inanmamak olur. Tekrâr söyliyelim ki, islâmiyyeti bizlere bildiren, onların hepsidir. Onların herbiri âdildir, doğrudur. Herbi­rinin islâmiyyetde bildirdiği birşey vardır. Herbiri âyet-i kerîmeleri getire­rek, Kur’ân-ı kerîm toplanmışdır. Bir kısmını beğenmiyen, islâmiyyeti bil­direni beğenmemiş olur. Görülüyor ki, bu kimse, islâmiyyetin hepsini yap­mamış olur. Böyle olan da, Cehennemden kurtulabilir mi? Bekara sûresi, seksenbeşinci âyetinde meâlen, (Kur’ân-ı kerîmin bir kısmına inanıyorsu­nuz da, bir kısmına inanmıyor musunuz? Böyle yapanların cezâsı, dünyâ­da, rezîl, rüsvâ olmakdır. Âhıretde de, en şiddetli azâba atılacaklardır) buyuruldu.

Kur’ân-ı kerîmi Osmân “radıyallahü anh” topladı. Hattâ, Ebû Bekr-i Sıd­dîk ile Ömer-ül Fârûk “radıyallahü anhümâ” topladı. Emîrin “radıyallahü anh” topladığı Kur’ân-ı kerîm, bundan başkadır. Görülüyor ki, bu büyük­leri kötülemek, Kur’ân-ı kerîmi kötülemeğe kadar gidiyor. Allahü teâlâ, bü­tün müslimânları, böyle belâya düşmekden korusun! Şî’î mezhebinin müc­tehidlerinden birine sordular ki: Kur’ân-ı kerîmi, Osmân “radıyallahü anh” toplamışdır. Onun toplamış olduğu, bu Kur’ân için ne dersiniz? Ona bir kusûr bulmakda, hiç fâide göremem. Çünki, Kur’ân-ı kerîme dil uzatı­lırsa, din yıkılır dedi.

Aklı olan kimse, Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” vefât etdiği gün, Eshâb-ı kirâmın “radıyallahü teâlâ aleyhim ecma’în” hepsinin, yanlış bir kararda birleşeceklerini, elbette söyliyemez. Hâlbuki o gün, Eshâb-ı kirâmdan otuzüçbin adedi, hep birden, istekle ve seve se­ve Ebû Bekr-i Sıddîkı “radıyallahü anhüm” halîfe yapdı. Otuzüçbin Sahâ­bînin, yanlış bir işde, söz birliği yapması, olacak şey değildir. Nitekim, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Ümmetim yanlış bir iş üze­rinde, söz birliği yapmaz!) buyurmuşdu. Emîrin “radıyallahü anh” önceden, üzülmesi, o konuşmalar için, kendisi çağrılmadığından idi.