208 167-Mektub

167
YÜZALTMIŞYEDİNCİ MEKTÛB

Bu mektûb, Herdîram-ı Hinde yazılmışdır. Allahü teâlâya ibâdet etme­ği ve kendi yapdığı tanrılara tapınmakdan sakınmağı dilemekdedir:

İki mektûbunuz geldi. İkisinde de, bu fakîrleri sevdiğiniz, bunlara sığın­dığınız yazılı idi. Bir kimseye bu devleti ihsân ederlerse ne büyük ni’met olur. Fârisî beyt tercemesi:

Bildirmesi lâzım olanı söyledim sana! İster kıymetini bil, istersen darıl bana.

İyi dinle ve iyi anla ki, bizim ve sizin ve hattâ herşeyin, yerlerin, gökle­rin, yüksekliklerin, alçaklıkların yaratanı, varlıkda durduranı birdir. Nasıl olduğu anlaşılamaz. Benzeri ve ortağı yokdur. Şekli ve görünüşü olmaz. Ba­ba, çocuk değildir. Onun gibi, Ona benzer birşey düşünülemez. Onun bir­şey ile birleşmesi, bir şeyde bulunmasını düşünmek çok çirkin olur. Bir yer­de bulunması, bir yerde görünmesi olamaz. Onda zemân yokdur. Zemânı O yaratmışdır. Bir yerde değildir. Heryeri O yaratmışdır. Hep var idi. Var­lığının başlangıcı yokdur. Hep vardır. Varlığının sonu olmaz. Her iyilik ve yükseklik Onda vardır. Hiçbir kusûr ve aşağılık Onda olamaz. İşte bunun için, ma’bûd olmağa, tapınmağa hakkı olan yalnız Odur. Tapınmağa lâyık olan ancak Odur. Hindûların Râm ve Kerşen denilen putları, Onun yarat­dığı şeylerden zevallı iki dânesidir. Her ikisinin de anası ve babası var idi. Râm, Ceretin oğlu ve Leknenin kardeşi idi. Sîtanın kocası idi. Râm, ken­di çoluk çocuğunu koruyamamışdı. Başkalarını nasıl koruyabilir? İyi dü­şünmek lâzımdır. Câhillere uymamalıdır. Yerleri gökleri yaratana, Râm ve Kerşen gibi ismler takanlara milyonlarca yazıklar olsun! Bunların hâli, bü­yük bir pâdişâha, aşağı bir çöpçünün ismini takanlara benzemekdedir. Râm ile Rahmanı aynı şey sanmak, ne aklsızlıkdır? Yaratan, yaratdığı ile bir olur mu? Anlaşılamayan birşey, bilinen şeylere benzetilemez. Onlarla birleşemez. Râm ve Kerşen yaratılmadan önce, âlemlerin yaratanına Râm ve Kerşen denilmiyordu. Bunlar yaratıldıkdan sonra, ne oldu ki, o eşsiz olan ulu Allaha, Râm ve Kerşen denildi? Râm ve Kerşenin ismleri, yerlerin, gök­lerin sâhibinin adı sanıldı! Olamaz, olamaz, hiç olamaz! Gelip geçmiş olan, yüzyirmidörtbine yakın Peygamberlerin hepsi “aleyhimüssalevâtü vettes­lîmât” insanları, yalnız bir yaratana ibâdet etmeğe çağırdılar. Ondan baş­kasına tapınmağı yasak etdiler. Bütün Peygamberler, kendilerinin âciz bi­rer mahlûk olduklarını söylediler. Allahü teâlânın büyüklüğünden, kuvve­tinden korkarlar ve titrerlerdi. Hindûların tapındıkları kimseler ise, herke­sin, kendilerine tapınmasını istediler. Kendilerini ma’bûd olarak tanıtdılar. Bir yaratanın varlığına inanıyorlardı. Fekat, Onu kendilerine hulûl etmiş, kendileri ile birleşmiş sanıyorlardı. Bunun için, herkesin kendilerine tapın­masını istiyorlardı. Kendilerine tanrı diyorlardı. Her kötülüğü yapıyorlar­dı. Tanrı, her istediğini yapar ve yaratdığı şeyleri istediği gibi kullanır di­yorlardı. Bunlar gibi, dahâ nice bozuk ve saçma sözleri vardı. Kendileri sa­pıtmış, başkalarını da sapdırmışlardı. Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vet­teslîmât” böyle değildiler. Başkalarına yasak etdikleri kötülüklerden ken­dileri de ençok sakınırlardı. Kendilerinin de, herkes gibi insan oldukları­nı söylerlerdi. Fârisî mısra’ tercemesi:

Yollardaki ayrılığı gör! Nerden nereye?