365 266-Mektub

Melek vâsıtası ile Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” haber gelme­den, bu münâsebetle ve kavuşmakla insanlar aklları ile, sonsuz ve hakîkî varlığa mahsûs şeyleri, doğruca Ondan alamaz mı?

Cevâb: Akl, böyle bir münâsebet elde edebilir. Fekat, akl, dünyâda kaldıkça, bu bedene de bağlı kalır. Bu bağlılıkdan kurtulamaz. Bu iğreti var­lıkdan alâkası kesilmez. Vehm, her zemân, aklın etrâfında, hayâl dâimâ ya­nında bulunur. (Gadab), ya’nî kızgınlık ve (Şehvet), ya’nî nefsin arzûları, hep onunla berâber kalır. Hırs ve menfe’at, onu yalnız bırakmaz. İnsanlı­ğın, lüzûmlu alâmeti olan, şaşırmak ve unutkanlık, ondan hiç ayrılmaz. Bu dünyânın hâssası olan, yanılmak ve iyiyi kötü ile karışdırmak, ondan sıy­rılmaz. O hâlde, akla herşeyde, nasıl inanılır? Aklın vereceği karârlar ve emrler, vehmin karışmasından ve hayâlin te’sîrinden kurtulamaz ve unut­kanlık tehlükesi ve şaşırmak ihtimâlinden korunamaz. Hâlbuki, bu kusûr­ların hiçbiri, meleklerde yokdur. Bu pislikler ve kötülükler onlarda bulun­maz. Bunun için, melekler elbette yanılmaz. Meleklere i’timâd olunur. Meleğin getireceği haberlere vehmin karışması, unutkanlık tehlükesi ve şa­şırmak ihtimâli yol bulamaz. Ba’zı vaktler, rûh yolu ile gelen ba’zı bilgile­ri, his uzvları ile bildirmek istediğim zemân, vehm ve hayâl yolundan, doğru olmıyan, ba’zı başlangıcların meydâna çıkdığını ve elimde olmıya­rak, rûhdan gelen bilgilere karışdığını ve bunları bildirirken, aralarını ayı­ramadığımı duyuyorum. Ba’zı vakt de, bunları ayırd etmeği bildiriyorlar. İşte bundan dolayı, rûhânî bilgilere yanlışlık karışarak, hepsinden i’timâd kalkıyor. Şöyle de cevâb verilir ki, aklın ilerlemesi ve temizlenmesi, ancak Allahü teâlânın beğendiği şeyleri yapmakla, ya’nî ahkâm-ı islâmiyyeyi öğrenip yapmakla olabilir. Bunun için de, Peygamberlerin “aleyhimüssa­levâtü vesselâm” sözlerini, haberlerini öğrenmek lâzımdır. Onlar haber ver­medikce, akl ilerliyemez ve temizlenemez. Ba’zı kâfirlerde ve fâsıklarda gö­rülen, safâ ve parlaklık alâmetleri, kalbin temizliği değil, nefsin parlaklı­ğıdır. Nefsin parlaması da, yolu şaşırtmakdan, zarar ve ziyândan başka bir­şey ele geçirmez. Ba’zı kâfirlerin ve fâsıkların, nefslerinin parlaklığı zemâ­nında, bilinmiyen ba’zı şeyleri, haber vermelerine, (İstidrâc) denir. Ya’nî, bunları derece derece, yavaş yavaş felâkete, azâba sürüklemek içindir. Allahü teâlâ, hepimizi böyle belâlardan korusun. Peygamberlerin en bü­yüğü “aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât ve alâ âlihi ve âli küllin” hur­metine, bizi böyle şeylerden korusun!

Demek ki, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” bildirdik­leri ahkâm-ı ilâhiyye, hep rahmetdir, iyilikdir. Yoksa, bu emrler ve teklîf­ler, mülhidlerin, zındıkların, [mürtedlerin ve masonların] sandıkları ve söyledikleri gibi, külfet, eziyyet ve işkence değildir ve akla aykırı değildir. Bunların sık sık söyledikleri (kullarına zor ve yorucu şeyler emr edip de bun­ları yaparsanız Cennete girersiniz demek insâf mıdır, merhamet midir? Bir­şey emr etmemeli idi. Herkesi, kendi başına bırakıp, istedikleri gibi yiyip içmeli, gezip eğlenmeli, yatıp kalkmalı idi. Merhamet ve iyilik böyle olur) gibi lâfları, ne kadar alçakca ve ne kadar ahmakcadır. Bunlar, hiç de düşün­müyor mu ki, iyilik edenlere, şükr etmek ya’nî, sevindiğini bildirmek, ak­lın istediği bir şeydir. Ahkâm-ı islâmiyye, bütün ni’metleri, iyilikleri yara­tan, gönderen Allahü teâlâya karşı, şükrün nasıl yapılacağını göstermek­dedir.