Melek vâsıtası ile Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” haber gelmeden, bu münâsebetle ve kavuşmakla insanlar aklları ile, sonsuz ve hakîkî varlığa mahsûs şeyleri, doğruca Ondan alamaz mı?
Cevâb: Akl, böyle bir münâsebet elde edebilir. Fekat, akl, dünyâda kaldıkça, bu bedene de bağlı kalır. Bu bağlılıkdan kurtulamaz. Bu iğreti varlıkdan alâkası kesilmez. Vehm, her zemân, aklın etrâfında, hayâl dâimâ yanında bulunur. (Gadab), ya’nî kızgınlık ve (Şehvet), ya’nî nefsin arzûları, hep onunla berâber kalır. Hırs ve menfe’at, onu yalnız bırakmaz. İnsanlığın, lüzûmlu alâmeti olan, şaşırmak ve unutkanlık, ondan hiç ayrılmaz. Bu dünyânın hâssası olan, yanılmak ve iyiyi kötü ile karışdırmak, ondan sıyrılmaz. O hâlde, akla herşeyde, nasıl inanılır? Aklın vereceği karârlar ve emrler, vehmin karışmasından ve hayâlin te’sîrinden kurtulamaz ve unutkanlık tehlükesi ve şaşırmak ihtimâlinden korunamaz. Hâlbuki, bu kusûrların hiçbiri, meleklerde yokdur. Bu pislikler ve kötülükler onlarda bulunmaz. Bunun için, melekler elbette yanılmaz. Meleklere i’timâd olunur. Meleğin getireceği haberlere vehmin karışması, unutkanlık tehlükesi ve şaşırmak ihtimâli yol bulamaz. Ba’zı vaktler, rûh yolu ile gelen ba’zı bilgileri, his uzvları ile bildirmek istediğim zemân, vehm ve hayâl yolundan, doğru olmıyan, ba’zı başlangıcların meydâna çıkdığını ve elimde olmıyarak, rûhdan gelen bilgilere karışdığını ve bunları bildirirken, aralarını ayıramadığımı duyuyorum. Ba’zı vakt de, bunları ayırd etmeği bildiriyorlar. İşte bundan dolayı, rûhânî bilgilere yanlışlık karışarak, hepsinden i’timâd kalkıyor. Şöyle de cevâb verilir ki, aklın ilerlemesi ve temizlenmesi, ancak Allahü teâlânın beğendiği şeyleri yapmakla, ya’nî ahkâm-ı islâmiyyeyi öğrenip yapmakla olabilir. Bunun için de, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vesselâm” sözlerini, haberlerini öğrenmek lâzımdır. Onlar haber vermedikce, akl ilerliyemez ve temizlenemez. Ba’zı kâfirlerde ve fâsıklarda görülen, safâ ve parlaklık alâmetleri, kalbin temizliği değil, nefsin parlaklığıdır. Nefsin parlaması da, yolu şaşırtmakdan, zarar ve ziyândan başka birşey ele geçirmez. Ba’zı kâfirlerin ve fâsıkların, nefslerinin parlaklığı zemânında, bilinmiyen ba’zı şeyleri, haber vermelerine, (İstidrâc) denir. Ya’nî, bunları derece derece, yavaş yavaş felâkete, azâba sürüklemek içindir. Allahü teâlâ, hepimizi böyle belâlardan korusun. Peygamberlerin en büyüğü “aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât ve alâ âlihi ve âli küllin” hurmetine, bizi böyle şeylerden korusun!
Demek ki, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” bildirdikleri ahkâm-ı ilâhiyye, hep rahmetdir, iyilikdir. Yoksa, bu emrler ve teklîfler, mülhidlerin, zındıkların, [mürtedlerin ve masonların] sandıkları ve söyledikleri gibi, külfet, eziyyet ve işkence değildir ve akla aykırı değildir. Bunların sık sık söyledikleri (kullarına zor ve yorucu şeyler emr edip de bunları yaparsanız Cennete girersiniz demek insâf mıdır, merhamet midir? Birşey emr etmemeli idi. Herkesi, kendi başına bırakıp, istedikleri gibi yiyip içmeli, gezip eğlenmeli, yatıp kalkmalı idi. Merhamet ve iyilik böyle olur) gibi lâfları, ne kadar alçakca ve ne kadar ahmakcadır. Bunlar, hiç de düşünmüyor mu ki, iyilik edenlere, şükr etmek ya’nî, sevindiğini bildirmek, aklın istediği bir şeydir. Ahkâm-ı islâmiyye, bütün ni’metleri, iyilikleri yaratan, gönderen Allahü teâlâya karşı, şükrün nasıl yapılacağını göstermekdedir.
4:28 minutes ( 2.07 MB)