145 97-Mektub

97

DOKSANYEDİNCİ MEKTÛB

Bu mektûb, şeyh Dervîşe yazılmışdır. İbâdet etmemize emr olunması, yakîn elde etmemiz için olduğu bildirilmekdedir:

Hak teâlâ, Peygamberlerin en üstünü “salevâtullahi aleyhim” hâtırı için, bir işe yaramıyan bizlere, îmânın hakîkatini bildirsin! İnsanların ya­ratılmasına sebeb, emr olunan ibâdetleri yapmakdır. İbâdetleri yapmak da îmânın hakîkati olan, yakîni elde etmek içindir. Hicr sûresi, son âyetinin me­âl-i şerîfi de, belki (Yakîn elde etmek için Rabbine ibâdet et!) demekdir. Çünki (hattâ) kelimesi, (ye kadar) demek olduğu gibi (sebeb olmak, ya’nî, için) ma’nâsını da bildirir. Sanki, ibâdet yapmadan önce olan bu îmân, îmâ­nın kendisi değil, görünüşüdür. Âyet-i kerîmede, (yakîn elde etmek için) ya’nî (Îmânın kendisini elde etmek için) buyuruluyor. Sûre-i Nisâ yüzotuz­beşinci âyetinde meâlen, (Ey îmân edenler! Îmân ediniz!) buyuruldu. Bu­nun ma’nâsı, (Ey! Îmânın sûretini edinenler! İbâdet yaparak, îmânın ken­disine kavuşunuz!)dur.

(Vilâyet), ya’nî Velî olmak, Fenâ ve Bekâ denilen iki ni’mete kavuşmak demekdir. Fenâ ve Bekâya kavuşmak, bu yakîni ele geçirmek içindir. Yok­sa, Fenâ-fillah ve Bekâ-billah diyerek, Allahü teâlâ ile birleşmek, hulûl gi­bi şeyler anlamak, ilhâd ve zındıklıkdır.

[İbni Âbidîn, üçüncü cildde buyuruyor ki: (Müslimân olmadığı, kâfir ol­duğu hâlde, müslimân olduğunu söyliyenlere, münâfık, zındık, dehrî ve mül­hid denir. Ara sıra nemâz kılar, oruc tutar, ba’zan hacca da gidenleri olur. (Münâfık), başka dindedir. Muhammed aleyhisselâmın Peygamber oldu­ğunu söylemez. (Dehrî), Allahü teâlânın var olduğunu da söylemez. (Mül­hid), her ikisine inanır ve inandığını söyler. Fekat, küfre kaymışdır, islâmiy­yetden ayrılmışdır. İ’tikâdı bozukdur. Kendini tam müslimân sanır. Kendi­si gibi olmayanlara kâfir der. (Zındık), Allahü teâlâya, islâmiyyete, halâ­le, harâma inanmaz. Hiç dîni yokdur. Muhammed aleyhisselâma inandığı­nı söyler. Bunlardan, sapık fikrlerini, müslimânlık olarak tanıtmağa çalı­şanları çok tehlükelidir. Mürted, islâmdan ayrılan kimsedir. Kâfir olduğu­nu saklamaz). Komünistler ve masonlar, dehrî kısmındandır.]

Evet, tesavvuf yolunda ilerlerken, Allahü teâlâya olan fazla aşk, sevgi sebebi ile serhoşluk gibi, ba’zı hâller hâsıl olur. Bu vakt, ba’zı bilgiler yanlış anlaşılır. Böyle hâlleri geçmek, atlamak lâzımdır. Böyle anlayışlar için tevbe, istigfâr etmek lâzımdır. Tesavvuf büyüklerinden İbrâhîm bin Şey­bân-i Kazvînî “kaddesallahü teâlâ ervâhahüm”[1] buyuruyor ki: (Fenâ ve Be­kâ bilgileri, Allahü teâlânın bir olduğuna hâlis inananlarda ve ibâdetleri­ni doğru yapanlarda bulunur. Başkalarının Fenâ ve Bekâ olarak söyledik­leri, hep yalandır ve zındıklıkdır). Bu sözü, tâm yerindedir ve kendisinin doğru yolda bulunduğunu göstermekdedir.

(Fenâ-fillâh) demek, Allahü teâlânın râzı olduğu, beğendiği şeylerde fâ­nî olmak demekdir. Ya’nî hep Onun sevdiklerini sevmek, Onun sevdikle­ri, kendine sevgili olmakdır. (Seyr-i ilallah) ve (Seyr-i fillah) gibi sözler de böyledir. Meyân Şeyhullah-i Bahş, salâh, takvâ ve fazîletlerle süslü bir kimsedir. Âile nüfûsu pek kalabalıkdır. Herhangi bir iş için yardımlarını­zı isterse, kolaylık göstermeniz ikrâm olur. Size ve doğru yolda olanlara se­lâmlar olsun!

[1] İbrâhim bin Şeybân 337 [m. 948] de vefât etdi.