388 272-Mektub

Allahü teâlânın dilemesi ile, yukarıdan aşağı in­mişdir. Kavuşmuş iken, ayrılık hicrânına düşmüşdür. Bunun için geri dö­nen, her ân, Allahü teâlânın irâdesi iledir. Kendi irâdesi yok olmuşdur. Al­lahü teâlâya teveccüh eden ise, kavuşmak ve bâtını ile görmek zevkleri için­dedir. Yakınlıkla, berâber olmakla sevinmekdedir. Fârisî beyt tercemesi:

Sevgilinin istediği ayrılık, bana, Binlerce dahâ tatlıdır, kavuşmakdansa!

Arabî şi’r tercemesi:

Kavuşmak, nefsinin dileğidir, ayrılık, efendinin emridir.

Her ân dost ile berâber olmak, nefse uymakdan dahâ sevgilidir!

Geriye dönmenin üstünlükleri, yükseklikleri çokdur. Yukarıya doğru olan Velî, geri dönmüş Velînin yanında, deniz yanındaki bir damla su gibi­dir. Geri dönmek, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” üs­tünlüklerindendir. Yukarıya teveccüh ise, evliyâlıkdadır. Aradaki uzaklı­ğı buradan anlamalıdır. Bu inceliği herkes anlıyamaz. Bu, Allahü teâlânın öyle bir ni’metidir ki, dilediğine verir. Allahü teâlâ, büyük ni’metler sâhi­bidir.

Tenzîh ile teşbîhi kendinde toplıyanlardan birçoğu da diyor ki, bütün mü’minler tenzîh ile, görmeden îmân ediyorlar. Bu îmân ile birlikde teşbîh îmânına da kavuşan ârif olur. Bu ârif, mahlûkları, Allahü teâlânın zuhûru olarak görür. Mahlûkları, vahdetin muhtelif şekller almış hâli olarak bilir. Yaratanı yaratdıklarının içinde görür. Bunlara göre, yalnız tenzîh ile olan, ya’nî yaratana, hiçbirşeye benzemeyen, anlaşılamayan bir varlık olarak inan­mak noksânlıkdır. Bir olan varlığı bu çoklukdan ayrı olarak düşünmeği ayb bilirler. Hiçbirşeyle bağlılığı olmıyan, hiçbirşeye benzemiyen bir varlığa ina­nanları aşağı derecede sanırlar. Çokluğu düşünmeden, yalnız bir varlığı dü­şünmeği sınırlı dar bir çerçeve içinde kalmak sanırlar.

Sübhânallah! Allahü teâlâya hamd olsun! Peygamberlerin hepsi, (Âfâ­kî), ya’nî insanın dışında olan ve (Enfüsî), ya’nî insanın içinde olan putla­rı yok etmeğe uğraşdılar. Bu putların yok edilmesini herkesden istediler. Hiç­birşeye benzemiyen, nasıl olduğu anlaşılamıyan ve varlığı lâzım olan yara­tanın bir olduğunu bildirdiler. Hiçbir Peygamberin, mahlûklara benziyen bir yaratana îmân edilmesini emr etdiği ve mahlûklar yaratanın görünüşleridir dediği hiç işitilmemişdir. Bütün Peygamberler, varlığı lâzım olan yaratanın bir olduğunu, söz birliği ile bildirmişlerdir. Ondan başka hiçbirşeye tapıla­mıyacağını söylemişlerdir. Allahü teâlâ, Âl-i İmrân sûresinin altmışdördün­cü [64] âyet-i kerîmesinde meâlen, (Kitâblı kâfirlere söyle! Aramızda ortak olan kelimeyi söyleyiniz! Ya’nî Allahü teâlâdan başka hiçbirşeye tapın­mayınız! Ona hiçbirşeyi ortak etmeyiniz. İçimizden hiçbir kimseyi yaratı­cı Rab tanımayız deyiniz!) buyuruyor. Bu tesavvufcuların sözleri, sonsuz Rab tanıdıklarını göstermekdedir. Herşey, bir olan Rabbimizin görünüşüdür, di­yorlar. Bu sözlerine şâhid olarak Hadîd sûresinin üçüncü [3] âyet-i kerîme­sindeki,