121 76-Mektub

76
YETMİŞALTINCI MEKTÛB

Bu mektûb, Kılınc hâna gönderilmiş olup, terakkî, vera’ ve takvâ ile olur. Mubâhların fazlasını terk etmelidir. Hiç olmazsa, harâmlardan sakınıp, mubâhları azaltmalıdır. Harâmlardan sakınmak, iki dürlü olduğu bildiril­mekdedir:

Allahü teâlâ, sizi her üzüntüden korusun. İnsanların en üstününün “sal­lallahü aleyhi ve sellem” hurmeti için, her kusûrdan muhâfaza buyursun!

Sûre-i Haşrin yedinci âyetinde meâlen, (Resûlümün getirdiği emrleri alı­nız, itâ’at ediniz! Nehy, men’, yasak etdiği şeylerden sakınınız!) buyurul­du. Görülüyor ki, dünyâda felâketlerden, âhıretde azâbdan kurtulmak için, iki şey lâzımdır: Emrlere sarılmak, yasaklardan sakınmak! Bu ikisin­den, en büyüğü, dahâ lüzûmlusu, ikincisidir ki, (Vera’) ve (Takvâ) denir. Re­sûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” yanında, birisinin çok ibâdet etdi­ğini, çok uğraşdığını söylediler. Birisinin de, yasak edilen şeylerden, çok sa­kındığını söylediklerinde, (Hiçbirşey, vera’ gibi olamaz!) buyurdu. Ya’nî, yasaklardan sakınmak, dahâ kıymetlidir buyurdu. Bir hadîs-i şerîfde de, (Dî­ninizin direği vera’dır) buyurdu. İnsanların meleklerden dahâ üstün olabil­mesi, vera’ sâyesindedir ve terakkî etmeleri, yükselmeleri bu sâyededir. Me­lekler de, emrlere itâ’at etmekdedir. Hâlbuki melekler, terakkî edemiyor. O hâlde, vera’a sarılmak ve takvâ üzere olmak, herşeyden dahâ lüzûmlu­dur. İslâmiyyetde en kıymetli şey takvâdır. Dînin temeli takvâdır. Vera’ ve takvâ, harâmlardan kaçınmak demekdir. Harâmlardan temâmen kaçına­bilmek için, mubâhların fazlasından kaçınmalıdır. Mubâhları, lâzım oldu­ğu kadar, kullanmalıdır. Bir insan, mubâh, ya’nî islâmiyyetin izn verdiği şey­lerden, her istediğini yapar, taşkınca mubâh işlerse, şübheli şeyleri yapma­ğa başlar. Şübheliler ise, harâm olanlara yakındır. İnsanın nefsi, hayvân gi­bi, kendine düşkündür. Uçurum yanında dolaşan, birgün uçuruma düşebi­lir. Vera’ ve takvâyı tâm yapabilmek için, mubâhları lâzım olduğu kadar kul­lanmalı, zarûret mikdârını aşmamalıdır. Bu kadarını kullanırken de, kul­luk vazîfelerini yapabilmek için kullanmağa niyyet etmelidir. Böyle niyyet etmeden, az kullanmak da, günâh olur. Azı da çoğu gibi zararlı olur. Mu­bâhların fazlasından temâmen kaçınabilmek, her vakt ve hele bu zemân­da, hemen hemen mümkin değildir. Hiç olmazsa, harâmlardan kaçınmalı, mubâhların fazlasından da elden geldiği kadar sakınmağa çalışmalıdır. Mubâhlar, lüzûmundan fazla işlendikde, pişmân olup tevbe etmelidir. Bu işleri, harâm işlemeğe başlangıç bilmelidir. Allahü teâlâya sığınmalı ve yalvarmalıdır. Bu pişmânlık, tevbe ve yalvarmak, belki mubâhların fazla­sından büsbütün sakınmak yerine geçerek, böyle işlerin âfetinden, zararın­dan korur. Büyüklerden biri buyuruyor ki, (Günâh işleyenlerin, boynunu bükmesi, bana, ibâdet edenlerin göğsünü kabartmasından dahâ iyi geliyor).

Harâmlardan kaçınmak da, iki dürlüdür: Birinci kısmı, yalnız Allahü te­âlânın haklarına dokunan günâhlardan kaçınmakdır. İkinci kısmı, insanla­rın, mahlûkların hakları da bulunan günâhlardan kaçınmakdır. İkinci kıs­mı, dahâ mühimdir. Allahü teâlâ, hiçbirşeye muhtâc değildir ve çok mer­hametlidir. Kullar ise, pekçok şeye muhtâc oldukları gibi, hasîs ve alçakdır. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Üzerinde kul hak-kı olan, mahlûkların malına, ırzına dokunan, ölmeden önce halâllaşsın, öde­sin! Zîrâ o gün altının, malın değeri olmaz. O gün, hak ödeninceye kadar, kendi sevâblarından alınacak, sevâbları olmazsa, hak sâhibinin günâhları, buna yüklenecekdir).

[İbni Âbidîn “rahmetullahi aleyh” (Dürr-ül-muhtâr) kitâbını açıklarken, nemâza niyyet bahsi, ikiyüzdoksanbeşinci sahîfede buyuruyor ki, (Kıyâmet günü, hak sâhibi, hakkını afv etmezse, bir dank hak için, cemâ’at ile kılın­mış, kabûl olmuş yediyüz nemâzı alınıp, hak sâhibine verilecekdir). Bir dank, dirhemin altıda biri, yaklaşık olarak, yarım gram gümüşdür.]

Birgün, Eshâb-ı kirâma karşı: (Müflis kime denir, biliyor musunuz?) bu­yuruldukda: (Parası ve malı kalmayan kimseye diyoruz) dediler. Buyurdu ki: (Ümmetim arasında müflis, şu kimsedir ki, kıyâmet günü, defterinde çok nemâz, oruc ve zekât sevâbı bulunur. Fekat, bir kimseye sövmüş, iftirâ et­miş, malını almış, kanını dökmüş, döğmüş. Sevâbları, bu hak sâhiblerine da­ğıtılır. Hakları ödenmeden önce, sevâbları biterse, hak sâhiblerinin günâh­ları, bunun üzerine yükletilir. Sonra Cehenneme atılır). [Bu hadîs-i şerîf de gösteriyor ki, Eshâb-ı kirâmdan “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” her­hangi birine dil uzatan, söğen, iftirâ eden, âhıretde muhakkak cezâsını görecekdir.]

Sizin için ne kadar hamd etsek, ne kadar teşekkür etsek azdır. Çünki si­zin mubârek vücûdunüz sâyesinde, büyük Lâhor şehrinde, böyle bir ze­mânda, ahkâm-ı islâmiyyenin çoğu meydâna çıkmakda, tatbîk edilmekdedir. Bu memleketde din kuvvetlenmekde, islâmiyyet yerleşmekdedir. Bu fakîre göre, Lâhor şehri, Hindistânın kalbi gibidir. Bu şehrin hayr ve bereketi, bütün Hindistân şehrlerine yayılmakdadır. İslâmiyyetin bu şehrde kuvvet­lenmesi, bütün şehrlerde kuvvetlenmesine yol açıyor. Allahü sübhânehü ve teâlâ, kuvvetinizi artdırsın. Her işinizde yardımcınız olsun! Resûlullah “sal­lallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Ümmetimden, hak üzere olan, doğru yolda yürüyen, her zemân bulunacakdır. Bunlara karşı duranlar, bunlara za­rar yapamaz. Bunlar, Allahü teâlânın takdîr etdiği sâate kadar, işlerini yapa­cakdır). İlm deryâsı, başımın tâcı olan hocama karşı kuvvetli bağlılığınızı dü­şünerek, şu birkaç satırımla, o kıymetli sevgiyi tâzelemek istedim. Râhatsız etmemek için bu kadar yazıyorum. Cenâb-ı Hak, zât-i âlînizi hakîkî devlet­lere ve sonsuz se’âdetlere kavuşdursun. Sevgili Peygamberi “aleyhi ve alâ âli­hissalevât vetteslîmât” hurmetine düâmı kabûl buyursun! Âmîn.