Simâ’a, vecde ihtiyâcları yokdur. Simâ’ yerine ibâdetlerden istifâde ederler. Asldan aldıkları nûrlar, yüksek makâmlara çıkmış gibi fâide verir. Simâ’ ve vecde düşkün olan taklîdciler, bunların yüksek şânlarını bilmedikleri için kendilerini âşık, bunları zâhid sanırlar. Aşk ve muhabbet yalnız raksda, vecdde bulunur derler.
Sona kavuşanlardan birçokları da vardır ki, (Seyr-i ilallah) yolculuğundan ve (Bekâ-billah) makâmına kavuşdukdan sonra, bunlara kuvvetli cezbe ihsân ederler. Kanca takıp çeker gibi sürüklerler. Orada soğukluk bulaşmaz. Gevşeklik gelmez. Yükselmek için, şaşılacak şeylere ihtiyâcları yokdur. Bunların dar olan halvetlerine simâ’ ve nağme yanaşamaz. Vecd ve tevâcüd ile ilişikleri yokdur. Yetişebilecek en son mertebeye çekilir, ulaşdırılırlar. O Servere “aleyhissalevâtü vetteslîmât vettehıyyât” uymak sâyesinde, O Servere “sallallahü aleyhi ve sellem” mahsûs olan makâmdan pay alırlar. Böyle kavuşmak ancak (Efrâd) denilen seçilmişlere nasîb olur. (Kutb)lar da, bu makâmdan pay alır. Ancak Allahü teâlânın ihsânı ile, so-nun sonuna kavuşan bir seçilmişi, bu âleme geri çevirirlerse ve yaradılışda uygun olanları yetişdirmek vazîfesi buna verilirse, nefsini kulluk makâmına indirirler. Rûhu, nefsden ayrı olarak, Allahü teâlâya doğru olur. İşte bu, ferdiyyet kemâllerine sâhibdir. Kutbların yetişdirme yetkisine mâlikdir. Burada, Kutb dediğimiz, (Kutb-i irşâd)dır. (Kutb-i evtâd) değildir. Zıl makâmlarının bilgileri ve asl makâmlarının ma’rifetleri kendisine verilmişdir. Dahâ doğrusu, onun makâmında, ne zıl vardır, ne de asl vardır. Zılden, asldan ileri geçmişdir. Böyle bir kâmil ve mükemmil çok ender yetişir. Asrlardan, uzun yıllardan sonra, bir dâne bulunursa, yine büyük ni’metdir. Herşey onunla nûrlanır. Onun bir bakışı, kalb hastalıklarını giderir. Bir teveccühü, beğenilmiyen kötü huyları silip süpürür. Urûc makâmlarının hepsinden dahâ yukarıya çıkmış kulluk makâmına inmişdir. İbâdet etmekde râhat bulmuşdur. Vilâyet makâmlarının en üstünü olan (Abdiyyet) makâmında yerleşen seçilmişleri de vardır. (Mahbûbiyyet mansabı)na kâbiliyyet de buna verilir. Bu ise, Vilâyet mertebesinin bütün kemâllerini taşımakda ve da’vet derecesi makâmlarının hepsini içine almakdadır. (Vilâyet-i hâssa)dan ve (Nübüvvet makâmı)ndan pay almakdadır. Onun şânını şu mısra’ kısaca bildirmekdedir. Fârisî mısra’ tercemesi:
Bütün güzellerde bulunan, yalnız sende vardır!
Başlangıcda olanlara, vecd ve simâ’ zararlıdır. Yükselmesine engel olur. Şartlarına uygun olsalar da zararlıdırlar. Simâ’ın şartları, bu mektûbun sonunda, inşâallah bildirilecekdir. Bunun vecdi bozukdur. Hâl kaplaması suçdur. Hareketleri tabî’îdir. İsteklerine, nefsinin şehvetleri karışmışdır. Başlangıcda olan, mübtedî denilenler, (Erbâb-i kulûb) olmıyanlardır. Erbâb-i kulûb olanlar yoldakilerdir. Mübtedî ile müntehî arasında bulunanlardır. Müntehî demek, sona varmış, (Fânî-fillah) ve (Bâkî-billah) olmuş demekdir. Bunun da dereceleri vardır. Kavuşmanın da mertebeleri vardır. Her derece, her mertebe, birbirinin üstündedir. Bu mertebeler sonsuzdur. Kavuşmakla bitmez, tükenmez. Simâ’, yoldakilere ve müntehîlerin birkaçına fâidelidir. Bunu, yukarıda bildirmişdik. Şunu da bildirelim ki, Erbâb-i kulûb, simâ’sız olamaz demek istemiyoruz. Cezb olunmıyanlar, [çekilmekle şereflenmiyenler], sıkı riyâzetler, ağır mücâhedeler yardımı ile ilerliyebilirler.
4:42 minutes ( 2.17 MB)