360 266-Mektub

[İmâm-ı Süyûtî hazretleri (Tenbîh-ulgabî) kitâbında Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin büyüklüğünü vesîkalarla isbât etmekdedir. Ebüssü’ûd efendi fetvâlarında da ona dil uzatılamıyaca­ğı yazılıdır “rahmetullahi teâlâ aleyhim.”] Vahdet-i vücûd bilgisinde, sôfiy­yenin çoğunun, Muhyiddîn-i Arabî ile berâber olduğu meydândadır. Ken­disi burada da, husûsî bir yol tutmuş ise de, sözün esâsında ortakdırlar. Bu bilgileri de görünüşde, Ehl-i sünnet i’tikâdına uymuyor ise de, uydurulma­sı kolaydır ve ikisini birleşdirmek mümkindir. Bu fakîr, cenâb-ı Hakkın yar­dımı ile, üstâdımın (Rübâiyyât)ını açıklarken, bu bilgileri, Ehl-i sünnetin i’tikâdı ile birleşdirdim. Aradaki farkın, yalnız sözde ve kelimelerde oldu­ğunu göstererek, her iki tarafın şübhe etdikleri yerleri öyle bir aydınlatdım ki, okuyanların hiç şübhesi kalmaz. Görünce anlaşılır.

Ey müslimân! İyi bil ki, gördüğün, işitdiğin her şey, meydâna gelen herşey, madde ve cism, bunların hâssaları, akllar, fikrler, düşünceler, gök­ler, yıldızlar, elementler ve bileşik cismler yok idi. Hepsi, Allahü teâlânın istemesi ve yaratması ile var oldu. Onun yaratması ile yokdan var olduk­ları gibi, varlıkda kalabilmeleri, yok olmamaları için de, her ân, Onun is­temesine ve kuvvetine muhtâcdırlar. [İnsanların maddeleri birleşdirmesi,] Sebeblerin ve şartların değişmesi ile [yeni yeni cismlerin teşekkül etmesi] Allahü teâlânın fi’lini, yapmasını perdeliyor, bizden örtüyor. Kuvvetinin, kudretinin meydâna çıkması için, yapması ve yaratması için, sebebleri, vâsıtaları araya koymuşdur.Aklı olan, uyanık olan, kalb gözlerini, Peygam­berlere “aleyhimüssalevâtü vesselâm” uyarak, sürmelemiş, cilâlamış olan kimse, bu sebeblerin de, vâsıtaların da, Allahü teâlâ tarafından yaratıldı­ğını ve her ân Onun kuvvetine muhtâc olduklarını, Onun ile var olup, Onun ile varlıkda kalabildiklerini, yoksa hepsinin cânsız, te’sîrsiz, hareket­siz ve kuvvetsiz olduklarını ve kendileri gibi olan, başkalarına te’sîr edemi­yeceklerini ve kendileri gibi olan, başka şeyleri yapamıyacaklarını düşünür. Bu sebebleri ve vâsıtaları yaratan ve bunlara te’sîr ve kuvvet, enerji veren bir kudret sâhibinin bulunduğunu anlar. Aklı olan kimse, cânsız bir cismin hareket etdiğini görünce, bunu hareket etdiren bir kuvvetin varlığını an­lar. Durmakda olan bir cismin, kendiliğinden hareket edemiyeceğini ve an­cak dışardan bir kuvvetin bunu harekete getireceğini bilir. Demek ki, cân­sız bir cismin, hareket etmesi, bunu harekete getiren bir fâ’ilin, bir kuvve­tin varlığını akl sâhiblerinden gizlemiyor. Hareket eden cismin cânsız ol­ması, bir fâ’ilin, bir kuvvet sâhibinin mevcûd olduğunu, akl sâhiblerine ha­ber veriyor. Bütün sebebler, vâsıtalar da böylece, Allahü teâlânın varlığı­nı, kudretini akl sâhiblerine i’lân ediyor, bildiriyor. Fekat eblehler, ahmak­lar, cismin hareketini görünce, kendiliğinden hareket ediyor sanarak, kuv­vet sâhibini, fâ’ili göremeyip anlıyamıyor. Aklları olmadığından, hareket eden cânsız cismi, kuvvet sâhibi zan ediyor. Bunu hareket etdiren kuvve­ti, fâ’ili inkâr ediyor, kâfir oluyorlar. Allahü teâlânın herşeyi sebeblerle, vâ­sıta ile yapması, yaratması, ahmakların, aklsızların inkârına, küfrüne sebeb oluyor. Akl ve vicdân sâhiblerine de hidâyet, kurtuluş yolunu gösteriyor. Sebebleri, vâsıtaları görerek, Allahü teâlânın varlığını, birliğini, kudreti­ni anlamak, ancak Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vesselâm” irşâdı ile, uyandırması ile olmakdadır. İnsan aklı bunu, kendiliğinden anlıyamıyor. Ba’zı kimseler, arada sebebler bulunmaması, herşeyin sebebsiz yaratıl­ması, büyüklüğe dahâ uygun olur sanıyor.