171 125-Mektub

125
YÜZYİRMİBEŞİNCİ MEKTÛB

Bu mektûb, Nişâpûrlu mîr Sâlih adına yazılmışdır. Âlem-i sagîr ve âlem-i kebîrin, Allahü teâlânın ismlerinin ve sıfatlarının görünüşü olduğu­nu ve Allahü teâlânın kendisi ile hiçbir münâsebeti bulunmadığını ve yal­nız Onun mahlûku olduklarını bildirmekdedir:

Yâ Rabbî! Maddenin, basît ve bileşik cismlerin, küçük âlem denilen in­sanın ve büyük âlem denilen diğer varlıkların yapısını, hakîkatlerini, doğ­ru olarak bize bildir! Küçük âlem ve büyük âlem, Allahü teâlânın ismleri­nin ve sıfatlarının aynalarıdır. Onun zâtında bulunan şü’ûn ve kemâllerin görünüşleridir. Bu âlemler, kapalı bir hazîne ve örtülmüş bir sır idi. Bun­ları meydâna çıkarmak istedi. İcmâlden tafsîle getirdi. Ya’nî, bir ağacın her parçası, çekirdekde sıkışık olarak bulunurken, hepsinin ağaç üzerinde ay­rı ayrı meydâna gelmesi gibi, her şeyi, ayrı ayrı yaratdı. Kendisine ve sıfat­larına alâmet olacak şeklde yaratdı. Ya’nî âlemin, hiçbir parçasının, Alla­hü teâlâ ile, hiçbir nisbeti, benzerliği yokdur. Yalnız, Onun mahlûkudurlar. İsmlerini, şü’ûnlarını göstermekdedirler. Âlemin Allahü teâlâ ile birleşmiş olduğunu, Onun aynı, benzeri olduğunu, âlemi çevirmiş, âleme sirâyet et­miş, her zerreye girmiş, herşeyle berâber olduğunu zan etmek, Ona olan sev­ginin, tesavvuf serhoşluğunun taşkınlığını gösterir. Hâlleri, görüşleri doğ­ru olan tesavvuf büyükleri, ayılmış olduklarından, Allahü teâlânın, hiçbir bakımdan, bu âleme benzemediğini, yalnız Onun mahlûku olduklarını söyler. Yalnız ilminin, ihâta ve sirâyet etdiğini ve herşeyle berâber olduğu­nu bilirler. Ehl-i sünnet âlimleri de, böyle söylemekdedir. Allahü teâlâ, o büyüklerin çalışmalarını bol bol mükâfatlandırsın! Sôfiyye-i aliyyeden ba’zısı, Allahü teâlânın Zâtı, kendisi, bu âlemi kaplamışdır. Bu âlemle be­râberdir gibi şeyler söyliyerek, Zât-ı ilâhîyi mahlûklara benzetiyor. Hâlbu­ki, Zât-ı ilâhînin hiçbirşeye benzemediğine, hattâ zâtında, sıfat bile bulun­madığına inanmakdadırlar. Bunlara çok şaşılır. Sözleri birbirini tutmu­yor. Sözlerinin arasını bulmak için, Zât-i ilâhîde mertebeler ayırmak, fâi­de vermez. Eski felsefecilerin, bozuk fikrlerini, yanlış yollardan isbâta kalkışmalarına benzer. Keşfi doğru olan büyükler “kaddesallahü teâlâ es­rârehümül’azîz”, Zât-ı ilâhîyi, hiçbir bakımdan, başkalık göstermeyen (Basît-i hakîkî) olarak bilir. Bundan fazla olanları, ism ve sıfat sayarlar. Fâ­risî beyt tercemesi:

Sevgilinin ayrılığı, az da olsa, çok acıdır, Ufak bir kıl bile kaçsa, nâzik gözü pek acıtır.

Yukarıda bildirilenlerin iyi anlaşılması için, şu misâli yazmağı uygun gö­rüyorum: Büyük bir fen adamı, senelerle yapdığı tecribelerden elde etdi­ği, kıymetli bilgileri anlatmak için, harf ve sesleri kullanır. Bu harflerin ve seslerin, anlatılan bilgi ve ma’nâlarla hiçbir benzerliği ve berâberliği yok­dur. Yalnız onların aynası gibidirler. O kıymetli bilgiler, bunlarla meydâ­na çıkmakdadır. Bu harfler ve sesler, bu ma’nâların kendileridir demek yan­lışdır. Burada ihâta, ma’ıyyet yokdur. Ma’nâlar, saflıkları üzere kalmış, hiç değişikliğe uğramamışdır. Fekat, bu ma’nâlar ile, harf ve sesler arasında, göstermek ve gösterilmek, anlatmak ve anlatılmak bakımından bir bağlı­lık vardır. Bu bağlılık, ba’zı kimselerin hayâlinde büyüyerek, başka ben­zerlikler hâtıra gelir. Hakîkatde ise, hiçbir benzerlik yokdur. İşte, bu mes’elede, bu fakîrin anladığı da böyledir. Mahlûkların ayna gibi olduğu­nu göstermek için, Allahü teâlâ, bu âlem ile birleşmişdir, berâberdir, ay­nıdır ve âlemi kaplamışdır gibi şeyler söylemek, tesavvuf serhoşluğun­dandır. Zât-ı ilâhînin bu âlemle hiçbir bağlılığı, benzerliği yokdur. Onun sıfatlarını gösterdiği için (Vahdet-i vücûd) desinler veyâ demesinler, var­lık ikidir: Birisi, hakîkatde var olan Hak teâlâdır. İkincisi, zıl, gölge gibi olan mahlûklardır. Eski Yunan felsefecilerinden Sofistâiyye [sophiste]lerin sandığı gibi, var olan birdir. Ondan başkası, hep vehm ve hayâldir demek yanlışdır. Fârisî iki beyt tercemesi:

Onu önceden anlayınca sen,

kendini o yana tâm bağlarsın.

Kimin zılli olduğunu bilsen,

gam yimezsin, kalsan veyâ ölsen!

Allaha kulluk ederim, tapdığım dergâh bir,

Bir lahza ayrılmadım tevhîdden Allah bir!