370 266-Mektub

Akl ile anlaşılan bilgilere (ilm) denir. Kalb ile anlaşılan bilgilere (ma’rifet) ve (irfân) denir.]

ÎMÂN: Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” kitâblarında, dinden olduğu, ya’nî inanılması lâzım olduğu bildirilen şey­leri, kalbin tasdîk etmesi, kabûl etmesi, inanması demekdir. Kalbin inan-dığını, dil ile söylemek de lâzımdır demişlerdir. [Fekat söylemek, îmânın kendisi olmayıp, kalbdeki îmânın bildirilmesidir. Îmânı, özrsüz söylemiyen kâfir olur. İkrâh, ya’nî tehdîd ile, ya’nî ölüm veyâ bir uzvun kesilmesi ile ve­yâ şiddetli cân yakılmakla zorlanınca, îmânını saklamak afv olur ve söyle­miyen veyâ aksini söyliyen kâfir olmaz dediler. Bu eki (Milel-nihal) kitâ­bından aldık.]

Kalbde îmân bulunduğuna alâmet, küfrden teberrî etmek, kaçınmakdır ve kâfirlikden, kâfirlere mahsûs olan şeylerden meselâ beline zünnâr bağ­lamak ve bunun gibi, kâfirlik alâmeti olan şeyleri kullanmakdan sakınmak­dır. Küfrden teberrî demek, Allahü teâlânın düşmanlarını sevmemekdir. Kâ­firler, kuvvetli, hâkim olup da, zararlarından korkulduğu zemân, kalbi ile sevmemek, korku olmadığı zemân, hem kalb, hem de her vâsıta ile karşı koymak lâzımdır. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde sevgili Peygamberine “sal­lallahü aleyhi ve sellem” kâfirleri ve münâfıkları sevmemeği, çalışıp, on­lardan üstün olmağı emr ediyor. Çünki, Allahü teâlânın ve Peygamberinin “sallallahü aleyhi ve sellem” düşmanlarından uzak olmadıkça O ve Resû­lü sevilmiş olmaz ve seviyorum demek doğru olmaz. Bir kimse, îmânım var dese, fekat küfrden teberrî etmese, hem müslimânlığa, hem de dinsizliğe inanmış, iki dinli olmuş olur ki, bunlara (Mürted) denir. Bunlara münâfık gözü ile bakmak lâzımdır. Kalbde îmân bulunması için, küfrden teberrî, el­bette lâzımdır. Bu teberrînin en aşağı derecesi kalb ile teberrîdir. En yük­sek, en iyi derecesi de, hem kalb ile, hem kalıp ile olmakdır. Ya’nî, kalbde­ki ayrılığı söz ile, hareket ile belli etmekdir. Fârisî mısra’ tercemesi:

Düşmânlık etmedikce, dostluk olamaz!

Ba’zıları, sevginin bu şartını, Ehl-i beyti “radıyallahü teâlâ anhüm”, [ya’nî Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” akrabâsını ve torunlarını] sevmekde yanlış kullanıyor. Bunları sevmek için, Peygamberimizin üç ha­lîfesine “radıyallahü teâlâ anhüm” ve müslimânlardan bir çoğuna düş­manlık etmek lâzımdır diyor. Bu sözleri, çok yanlışdır. Çünki sevginin alâmeti, sevgilinin düşmanlarını sevmemekdir. Yoksa sevgiliden başka, herkese düşmanlık demek değildir. Aklı olan herkes bilir ki, Peygamberi­mizin “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbı, Ehl-i beyte düşman değil idi. He­le Eshâb-ı kirâmın en büyükleri olan bu üç halîfe, Peygamberimizin “sal­lallahü aleyhi ve sellem” uğruna mallarını, cânlarını fedâ etdi. Mevkı’leri­ni, şöhret ve i’tibârlarını, Onun için terk etdi. Müslimânların Ehl-i beyti sev­mesi, Kur’ân-ı kerîmde açıkca emr olunuyor. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” se’âdet-i ebediyyeye çağırması ve kavuşdurması ni’me­tinin şükrü, karşılığı olarak, Ehl-i beytin “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ec­ma’în” sevgisi isteniyor. O hâlde, nasıl olur da, bu büyüklerin, Ehl-i bey­te düşmân olması düşünülebilir ve söylenebilir.