286 234-Mektub

234
İKİYÜZOTUZDÖRDÜNCÜ MEKTÛB

Bu mektûb, hakîkatleri bilen, ma’rifetler kaynağı, Allahü teâlâyı tanı­tan bilgilerin sâhibi olan büyük oğlu şeyh Muhammed Sâdıka “rahmetul­lahi teâlâ aleyh” yazılmışdır. Allahü teâlânın kendisi varlıkdır. Mahlûkla­rın aslları ise yoklukdur. Kendini anlıyan, Allahü teâlâyı bilir. Tecellî-i zâtîyi ve Nûr âyetindeki incelikleri bildirmekdedir:

[İmâm-ı Rabbânî hazretleri “rahmetullahi teâlâ aleyh”, bu mektûbda, Allahü teâlânın hakîkati vücûddür demiş ise de, birinci cildin ikiyüzaltmı­şıncı [260] mektûbunda, bu sözüne tevbe etmiş, (Böyle olmadığını sonra­dan anladım) buyurmuşdur].

[Bu mektûb ve bundan evvelki birkaç mektûb, akl ile hiç anlaşılamıya­cağı için, bunları okumak şâyan-ı tavsiye değildir.]

Bismillâhirrahmânirrahîm. Allahü teâlâya hamd olsun. Onun sevgili Pey­gamberine salât ve selâm olsun! Kıymetli oğlum! Hak teâlânın hakîkati, yal­nız vücûddür. [(Vücûd) var olmak demekdir.] Allahü teâlânın bu vücûdü, her hayrın, her kemâlin kaynağıdır ve her güzelliğin başlangıcıdır. Bu vü­cûd, bir hakîkî cüz’dür. Bir basîtdir ki, buna hiçbirşey karışmış, hiçbirşey­le birleşmiş değildir. Böyle olmadığı gibi, olması düşünülemez de. İnsan, Al­lahü teâlânın bu vücûdünü anlıyamaz. Zât-i teâlânın aynıdır. Ondan baş­ka değildir. Aynıdır demek bile, başkalığı düşündürebilir. Aynıdır da deni­lemez. Zât ile birlikde olan vücûd, bu anlaşılamıyan vücûdün zılli, görün­tülerindendir. Bu ikinci vücûd, Zât-i teâlânın ve mahlûkların varlıkların­dan başka bir varlıkdır. Bu ikinci vücûd, Allahü teâlânın hakîkati olan vü­cûdün, aşağı mertebelerde meydâna çıkmasıdır. Bu çeşidli görüntülerin en yükseği, en birincisi ve en üstünü, Zât-i teâlânın vücûdüdür. Demek ki, Al­lahü teâlânın hakîkati vücûddür denilebilir. Fekat, Allahü teâlâ, o merte­bede mevcûddür denilemez. Zıl mertebesinde, Allahü teâlâ mevcûddür de­nilebilir. Fekat, Allahü teâlâ vücûddür denilemez. Tesavvufculardan vücûd, zâtdan başka değildir diyenler, ikisi arasındaki başkalığı göremediler, zıl­li asldan ayıramadılar. Bunlar ve felsefeciler, zâtdan başka olan ve olmıyan vücûdleri birbirlerinden ayıramadılar. Vücûdün başka olduğunu çok güc söylediler. İşin doğrusu, Allahü teâlânın bize ilhâm eylediğidir. Vücûdün böyle asl ve zıl olarak başka başka olması, öteki sıfatların da asl ve zıl ol­maları gibidir. Aslların mertebesi, icmâl, topluluk ve anlaşılamamak mer­tebesidir. Sıfatların bu aslları, Allahü teâlâdan başka değildirler. Bu mer­tebede, Allahü teâlâ ilmdir denilebilir. Fekat böyle söylemek de, bir zıl mer­tebesi olur. Çünki zât mertebesinde, Allahü teâlâya hiçbirşey söylene­mez. Allahü teâlâ âlimdir de denilemez. Çünki ilmin Ondan başkalığını gös­terir. Bu makâmda başkalık hiç yokdur. Başkalık, zıl mertebelerinde olur. Burada zıl yokdur. Çünki, te’ayyün-i evvelin pekçok üstündedir. Çünki top­luca bir bağlantı, bu te’ayyünde bulunur. Bu makâmda, hiçbir bakımdan, hiçbirşey düşünülemez. Bu topluluğun açıklanması demek olan zıl merte­besinde, başkalık söylenebilir. Uygunluk söylenemez. Fekat bu mertebe­de, sıfatların uygunluğu, vücûdün uygun olmasından ileri gelir. Bu vücûd, her iyiliğin ve kemâlin başlangıcıdır. Her güzelliğin ve düzenin kaynağıdır.