287 234-Mektub

Bu fakîr “kuddise sirruhül’azîz” mektûblarımda ve kitâblarımda, vücûd zât­dan başkadır dediğim zemân, zıl olan vücûdün başka olduğunu bildirmiş­dim. Bu zıl olan vücûd de, dışardaki [ilmdeki değil] her varlığın başlangı­cıdır. Bu vücûde mâlik olan mâhiyyetler, hâricde var olan mertebelerin her mertebesinde bulunurlar. Bunu iyi anlamalı. Birçok yerde işe yarar.

Görülüyor ki, Allahü teâlânın sekiz sıfatı da dışarda vardır. Mahlûklar da dışarda vardır.
Ey oğlum! İnce bilgileri dinle! Allahü teâlânın kemâlleri, Zât-i ilâhî mer­tebesinde, zâtdan başka değildirler. Meselâ ilm sıfatı, o mertebede, Zât-i teâlâdan başka değildir. Bunun gibi, zâtın hepsi kudretdir. Zâtın bir par­çası ilm, başka bir parçası kudret değildir. Orada parçalanmak, ayrılmak yokdur. Zâtda böyle olan bütün kemâller, ilm mertebesinde genişlemişler, birbirinden ayrılmışlardır. Zât-i ilâhîde, o basîtlik, o toplu kemâller hiç de­ğişmeksizin, ilm sıfatında hepsi dağılmışlardır. Zâtda bulunan bütün kemâl­ler, üstünlükler, ilmde de yerleşmişlerdir. İlmdeki bu kemâllerin de, zılle­ri vardır. Bu zıllere (Sıfatlar) denilmişdir. Bunların da asl kaynağı Zât-i te­âlâ olduğundan, Zât-i teâlânın varlığı ile vardırlar. (Füsûs) kitâbının sâhi­bi, birbirlerinden ayrı olarak ilmde bulunan, ya’nî (Vücûd-i ilmî)leri olan kemâllere, (A’yân-i sâbite) demişdir. Bu fakîre göre, mümkinlerin, ya’nî mahlûkların hakîkatleri, ademlerle bu ademlere yerleşmiş olan kemâlle­rin zılleridir. (Adem), yokluk demek olup, her kötülüğün, her bozukluğun kaynağıdır. Bunu biraz açıklıyalım. Cân kulağı ile dinleyiniz! Adem, vücû­dün karşılığıdır. Ya’nî yokluk, varlığın tâm tersidir. Ona bütün bütün ay­kırıdır. Bunun için, her kötülüğün, her bozukluğun başlangıcıdır. Hattâ kö­tülüklerin, bozuklukların tâ kendisidir. Vücûd, toplu iken, her iyiliğin, her üstünlüğün tâ kendisi olduğu gibidir. O asl mertebede, vücûd, zâtdan başka olmadığı gibi, o vücûdün tersi olan adem de, yokluk mâhiyyetinden başka değildir. O mertebede, o mâhiyyete yok denilemez. Tâm yoklukdur. Bu yokluk mâhiyyetinin ilm-i ilâhîde ayrıldığı mertebelerde, bu mâhiyyet­den hâsıl olan parçalara yok denilebilir. Bunlar o mâhiyyetden başkadır­lar denilebilir. O toplu olan yokluk mâhiyyetinden meydâna gelmiş gibi olan ve bu mâhiyyetin zılli gibi olan adem, o zıllerin her parçasında başka baş­kadır. Bunu dahâ aşağıda açıklıyacağız. Bu adem, o toplu mertebede, her kötülüğün, her bozukluğun tâm kendileri olduğundan ve ilm-i ilâhîde, her kötülük, başka kötülüklerden ayrı olduğundan, ilm-i ilâhîde birbirle­rinden ayrılmış olan herbir kemâl ve her bir hayr karşılarında bulunan her­bir kötülük üzerine aks etmiş, birbirleri ile birleşmişlerdir. Herbiri kötü­lük ve bozukluk olan ademler, kendileri ile birleşmiş olan kemâller ile bir­likde, mümkinlerin, ya’nî mahlûkların mâhiyyetleri, ya’nî aslları olmuşdur­lar. Böyle olmakla berâber, bu ademler, bu mâhiyyetlerin aslları, özleri gi­bidirler. Bu kemâller ise, bunların özellikleri gibidirler. İşte bu fakîre gö­re, (A’yân-ı sâbite), bu ademler ve bunlarla birleşmiş olan kemâllerin her ikisidir. Her dilediğine gücü yeten Allahü teâlâ, bu yokluk mâhiyyetleri­ni bütün lüzûmlu şeyleri ile birlikde ve ilm-i ilâhîde bu ademlere aks etmiş olan vücûd zıllerinin kemâlleri ile birlikde, mümkinlerin, mâhiyyetleri yapmışdır. Dilediği zemân, bu mâhiyyetleri, ilmdeki vücûd zılline yak­laşdırarak, dışardaki varlıkları yaratmışdır. Bu mâhiyyetleri, dışardaki varlıklara başlangıç eylemişdir.