056/57 32-Mektub

32

OTUZİKİNCİ MEKTÛB

Bu mektûb, mirzâ Hüsâmeddîn Ahmede yazılmışdır. Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” kemâlâtını ve hazret-i Mehdîyi bildirmekdedir:

Lutf ederek gönderdiğiniz mektûb geldi. Bu garîbleri hâtırladığınıza şükr eyledim. Büyük hocamızın senelerle hizmetinde hiç istifâde etmemiş gibi­yim diyor ve sebebini soruyorsunuz. Efendim! Böyle şeylerin cevâbını yazmak, hattâ anlatmak uygun değildir. Çünki, okumakla, dinlemekle an­laşılmaz. Sevgi ve i’timâd olmak şartı ile, uzun zemân berâber bulunmak lâzımdır. Başka yol ile ele geçemez. Fârisî beyt tercemesi:

Râhat gece, tatlı mehtâb bul bana, Her şeyden anlatayım, o zemân sana.

Her süâle cevâb vermek lâzımdır buyurmuşlar. Onun için kısaca bildi­reyim ki, tesavvuf yolculuğunda, her makâmın, ayrı bilgileri, ma’rifetleri, hâlleri vardır. Her makâm için ayrı vazîfe, zikr ve teveccüh lâzımdır. Ba’zı makâmda zikr, başka makâmda Kur’ân-ı kerîm okumak, nemâz kılmak, ba’zısında cezbe, ba’zısında sülûk, ba’zısında ise bu ni’metin her ikisi var­dır. Öyle makâmlar da vardır ki, cezbe ve sülûk oraya yanaşamaz. Bu son makâmlar çok yüksek, pek kıymetlidir. Peygamberimizin “sallallahü aley­hi ve sellem” eshâb-ı kirâmının “aleyhimürrıdvân” hepsi, bu makâmlara ka­vuşmuş, bu büyük ni’met ile şereflenmişdir. Bu makâmların sâhibleri, baş­ka makâmların sâhiblerine benzemez. Başka makâmların sâhibleri ise, birbirlerine az çok benzer. Bu makâm, Eshâb-ı kirâmdan sonra, hazret-i Mehdîde görünecekdir. Tesavvuf büyüklerinden pek az kimse, bu ma­kâmdan haber vermişdir. Bu makâmın ilmlerinden, ma’rifetlerinden söy­liyen ise, yok gibidir. Bu makâm, Allahü teâlânın, öyle büyük bir ni’meti­dir ki, dilediği, seçdiği bahtiyârlara nasîb olur. Eshâb-ı kirâm “aleyhimür­rıdvân” bu pek yüksek mertebeye, dahâ ilk sohbetde ayak basardı ve ze­mânla bu mertebelerde yükselirlerdi. Sonra gelen Evliyâdan birini, bu ni’met ile şereflendirmek ve Eshâb-ı kirâmın terbiyesi ile yetişdirmek is­terlerse, cezbe ve sülûk mertebelerini geçirip ve bunların ilm ve ma’rifet­lerini atlatdıkdan sonra, bu devlete erişdirirler. Bu mertebelere yetişebil­mek, insanların en üstününün “aleyhi ve alâ âlihissalevât” sohbeti ile mümkin olabilir. Onun izinde gidenlerden pekaz kimseye de, bu bereketi ihsân edebilirler. Bunun sohbetine kavuşan da, bu mertebelere ulaşdıran nisbet ile, yol ile şereflenir. Fârisî beyt tercemesi:

Rûhul-kudsün feyzine kavuşursan eğer; Mesîhin yapdıkları, senden de hâsıl olur.

Cezbe, sülûkden önce olduğu zemânlarda yapdıkları gibi, bu yolda da, nihâyetin hâlleri, başlangıçda gösterilir, tatdırılır. Bundan fazla yazmağa im­kân bulamıyorum. Eğer buluşursak ve dinliyenlerin arzû ve hevesleri an­laşılırsa, inşâallahü teâlâ bu makâmlardan biraz bildirmek nasîb olur. İn­sanları herşeye kavuşduran Allahü teâlâdır.

Sevdiklerimizden birkaçı için yazdıklarınız anlaşıldı. Bu fakîr, hepsinin kusûrunu bağışlıyorum. Allahü teâlâ, merhametlilerin en merhametlisidir. O afv buyurur. Fekat sevdiklerimize nasîhat buyurunuz ki, bir arada bulun­dukları veyâ uzakda oldukları zemân üzücü birşey yapmasınlar, hareket­lerini değişdirmesinler! Ra’d sûresinin onikinci âyetinde meâlen, (İnsan­lar gidişlerini bozmazlarsa, Allahü teâlâ da bunlara verdiği ni’metlerini de­ğişdirmez. Allahü teâlâ bir millete cezâ vermek isteyince, bunu kimse durduramaz. Onların Allahü teâlâdan başka hâkimi yokdur) buyuruldu. Me­yân Şeyh İlâhdâd için çok yazmışsınız. Bu yazı fakîre bir sıkıntı vermedi. Fekat, onun hâlini bozmasından dolayı pişmân olması lâzımdır. Hadîs-i şe­rîfde, (Pişmân olmak tevbedir) buyuruldu. Şefâ’atcı aramak da, tevbenin bir parçasıdır. Her ne olursa olsun, bu fakîr “rahmetullahi aleyh” afv etmek­deyim. Fekat, ne yapacağınızı siz bilirsiniz.

Serhend şehrinde yerleşmelisiniz. Muhabbet bağları ve aşk mektebin­deki talebelik arkadaşlığı, ufak tefek şeylerle kopacak kadar gevşek değil­dir. Dahâ ne yazayım? Allahü teâlâ hepimize selâmet versin! Yüksek ho­camın “rahmetullahi aleyh” kıymetli çocuklarına ve o şerefli evde bulunan­ların hepsine düâlar ederim.

Bu mektûbu hâzırladıkdan sonra, oradaki sevdiklerimizin yanıldıkları­nı ve afv olunduklarını dahâ açıklamayı düşündüm. Kısa yazılınca, anlaşı­lamayan yerleri kalabilir. Efendim! Yanlış işlerin afv edilebilmesi için, iş­leyenlerce bunların suç olduğunun bilinmesi lâzımdır. Bu işleri yapanların pişmân olması lâzımdır. Böyle olmazsa, afv etmek doğru olmaz.

Sığınağımız, kıymetli rehberimiz “kuddise sirruhül’azîz” burada bulu­nanların gözü önünde, bu makâmı Şeyh İlâhdâda bırakmış olduğunu yazı­yorsunuz. Bu sözü incelemek lâzım gelmekdedir. Ona bırakmak demek, ora­da bulunanlara ve gelip gidenlere hizmet etmek ve bunların yimelerinden, içmelerinden bilgisi olmak demek ise, biz de böyle söylemekdeyiz. Yok eğer, orada bulunanları yetişdirmek ve şeyhlik makâmında oturmak demek ise, bu olamaz. Kendileri ile son buluşduğumda, bu fakîre dönerek, (Şeyh İlâhdâdın bizim tarafımızdan giderek, çalışmak istiyenlere vazîfe verme­sini