467/468 293-Mektub

Hazret-i Alîyi “radıyallahü teâlâ anh” sevenlerin taşkınlıkları gibi aşırı gidiyorlar. Sözle­rine bakılırsa, kendisini, geçmiş ve gelecek bütün Evliyâdan dahâ üstün bil­dikleri anlaşılıyor. Peygamberlerden “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” başka kimseyi Abdülkâdir-i Geylânîden üstün gördükleri işitilmemişdir.

Süâl: Abdülkâdir-i Geylânîde görülen hârikalar ve kerâmetler, o kadar çokdur ki, başka hiçbir Velîde bu kadar kerâmet görülmemişdir. Hepsin­den dahâ yüksek olduğu buradan anlaşılmaz mı?

Cevâb: Hârikaların ve kerâmetlerin çok olması, dahâ üstün olmağı bil­dirmez. Hiç hârikası görülmeyen bir Velî, hârikaları ve kerâmetleri çok gö­rülen bir Velîden dahâ üstün olabilir. Sühreverdî, (Avârif) kitâbında, Ev­liyânın hârikalarını ve kerâmetlerini anlatdıkdan sonra buyuruyor ki, (Bunların hepsi Allahü teâlânın ihsânlarıdır. Dilediğine ihsân eder. Fekat bunlardan hiçbiri verilmeyen bir Velî, bunların hepsinden dahâ üstün ola­bilir. Çünki, hârikalar ve kerâmetler yakîni, güveni artdırmak içindir. Ken­disine yakîn ihsân edilmiş olanın, kerâmetlere ihtiyâcı kalmaz. Bu kerâmet­lerin hepsi, kalbin zikre alışması ni’metinden dahâ aşağıdır). Hârikaların çok görünmesini üstünlük bilmek, hazret-i Alînin iyi ve üstün hâllerini gö­rerek onu hazret-i Ebû Bekrden dahâ üstün bilmeğe benzer. Çünki, onda bu kadar üstün ve iyi hâller görülmemişdir “radıyallahü anhümâ”.

Kıymetli kardeşim! Hârikalar, kerâmetler, ikiye ayrılır: Birincisi, Alla­hü teâlânın zâtına ve sıfatlarına ve işlerine âid olan bilgiler ve ma’rifetler­dir. Bunlar akl ile, düşünce ile elde edilemez. Seçdiği kullara ihsân eder. İkincisi, mahlûkların şekllerini keşf etmek, madde âlemindeki gaybleri bulmakdır. Birinci kerâmetler, doğru yolda bulunanlara, Allahü teâlânın sevdiklerine verilir. İkincisi, doğru yolda olana da, bozuk yolda olana da verilir. Çünki, istidrâc sâhibi olan kâfirlerde de, ikinci hârikalar görül­mekdedir. Kerâmetlerin, hârikaların birincisine, Allahü teâlâ şeref ve kıy­met vermişdir. Bunları yalnız sevdiklerine ihsân eder. Düşmanlarını bun­lara ortak etmez. Câhiller, hârikaların ikincisine kıymet verirler. Onları üs­tün ve yüksek görürler. Bunları kâfirlerde bile görünce, kalın kafalı olduk­ları için, onlara nerede ise, tapınacak olurlar. Onların iyi ve kötü her istek­lerine boyun eğerler. Bu ahmaklar, belki de, hârikaların birincisini hârika bilmezler ve kerâmet saymazlar. Hârika deyince, yalnız ikincisini anlarlar. Kerâmet deyince, yalnız mahlûkların, madde âleminin bilinmesini, gayb­lerden haber verilmesini sanırlar. Mahlûkların bilinen veyâ bilinmeyen hâllerinden haber vermenin ne kıymeti ve hangi şerefi olabilir? Bunların bilinmemesi, bilinmesinden belki dahâ uygundur. Mahlûkların hâllerini, in­celiklerini unutmak, belki dahâ yakışık alır. Şerefli ve kıymetli olan ve say­gı göstermeğe, üstün görmeğe lâyık olan, uygun olan ancak Allahü teâlâ­nın ma’rifetidir. Fârisî beyt tercemesi:

Melek yüzünü örtmüş, şeytân naz yapıyor:

Şaşırdım kaldım, hayretden aklım gidiyor.

Şeyh-ül-islâm Hirevî vel-imâm-ül-Ensârî Abdüllah “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” hazretlerinin, (Menâzil-üs-sâyirîn) kitâbında ve buna kendi yap­dığı şerhinde buyuruyor ki: Tecribe ile anladım ki, ma’rifet sâhibi olanların firâseti Allahü teâlâya yarayan kimselerle, Ona yaramıyan kimseleri ayırmak­dır. Allahü teâlâyı zikr edenleri ve (Cem’ makâmı)na kavuşanların yaradı­lışlarındaki uygunluğu anlamakdır. Ma’rifet sâhiblerinin firâseti budur. Aç­lıkla ve insanlardan kaçarak çile odasında yalnız yaşamakla nefslerini temiz­leyenlerin, fekat Hak teâlâya yaklaşmıyanların firâsetleri cismleri, madde­leri keşf etmek, mahlûkların gayblerini haber vermekdir. Bunlar, yalnız mahlûklardan haber verir. Çünki, Hak teâlâ ile aralarında perde vardır. Ma’rifet sâhibleri ise, Allahü teâlâdan kendilerine gelen ma’rifetlere kavu­şurlar. Hep Allahü teâlâdan haber verirler. İnsanların çoğu, Allahü teâlâdan kesilmiş olduklarından ve hep dünyâyı düşündükleri için, maddeleri keşf edenlere, mahlûklardan bilmediklerini haber verenlere kıymet verirler. On­ları büyük bilirler. Onları Evliyâ ve Allahü teâlânın seçilmiş kulları sanırlar. Hakîkatden haber verenlere dönüp bakmazlar. Bunların Allahü teâlâdan bil­dirdiklerine inanmazlar. (Bunlar, dedikleri gibi Evliyâ olsalardı, bizim hâl­lerimizden ve mahlûkların hâllerinden haber verirlerdi. Mahlûkların hâlle­rini bilmiyen kimse, bundan dahâ yüksek olan şeyleri nasıl bilir?) derler. Bu bozuk ölçüleri ile Evliyâya inanmazlar, doğru sözü görmezler ve işitmezler. Allahü teâlânın, bu büyükleri, câhillerin gözünden korumuş olduğunu, on­ları kendisine ayırmış olduğunu, onları kendisinden başkaları ile olmağa bı­rakmadığını bilmezler. Bunlar mahlûkların hâllerine dönüp baksalardı, Hak teâlâ ile olmağa yakışmazlardı. Böyle Hak adamlarından birinin maddele­rin, cismlerin hâllerine az bir bakışla, başkalarının anlıyamadığı şeyleri firâ­setle anladıklarını biz çok gördük. Bunların firâseti Hak teâlâya olan ve Onun yakınlığına olan firâsetdir. Nefslerini temizleyenlerin mahlûklara olan firâ­seti, Hak teâlâyı ve Ona yakın olan şeyleri anlıyamaz. Bu firâset müslimân­larda olduğu gibi, hıristiyanlarda, yehûdîlerde ve başka milletlerde de var­dır. Çünki, Allahü teâlâ buna kıymet vermez. Uygun olan kimselere verir. [Bu ikisini birbirine karışdırmamak için kâfirlerin firâsetine (İstidrâc) denir.]