Bu yüksek makâmla şereflenmişdi. Kutbiyyet nisbeti, kendisine Sırrî-i Sekâtîden gelmişdi. Ferdiyyet nisbeti de, Muhammed Kassâbdan hâsıl olmuşdu. Cüneyd hazretleri buyurdu ki, (Herkes beni Sırrînin mürîdi sanır. Ben Muhammed Kassâbın mürîdiyim). Bu sözü, (Ferdiyyet nisbeti)nin çok olduğunu, (Kutbiyyet nisbeti)ni, onun yanında yok bildiğini göstermekdedir.
Behâüddîn-i Buhârî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” hazretlerinin talebelerinden sonra, bu yüksek zincirin büyük halkası, hâce-i Ahrâr hazretleridir. Hâcelerin cezbesini temâmladıkdan sonra, (Seyr-i âfâkî)ye başladı. Seyrini isme kadar ulaşdırdı. İsme girmeden önce, Fenâ hâsıl oldu. Sonra yine cezbeye döndü. Böylece, ayrı bir Fenâ sâhibi oldu. Ayrıca bunun Be-kâsına da kavuşdu. Bu makâmda büyük şân sâhibi oldu. Fenâ ve Bekâ bilgileri ve ma’rifetleri, kendisine bu makâmda verildi. Makâmlar ayrı olduğundan, bilgileri de başkadır. Birisinde tevhîd-i vücûd vardır. Ötekinde yokdur. Tevhîd ile ilgileri olan ihâta, sereyân, Zât-i ilâhî ile berâberlik, kesretde vahdeti görmek, kesretin, [ya’nî mahlûkların hepsinin] gayb olması, öyle ki, sâlik kendisine (Ben) diyemez gibi bilgiler de hep böyledir. Mutlak Fenâdan sonra hâsıl olan bilgiler böyle değildir. Bunların hepsi, islâmiyyet bilgilerine uygundur. Hiçbirini islâmiyyete uydurmak için sıkıntı çekilmez. Soruya cevâba yer kalmaz. Fekat, hangi cezbe olursa olsun, cezbede olan Bekâ, sekrden kurtulmaz. Tâm sahv olmaz. Bâkî olduğu hâlde, kendisine ben diyemez. Hiçbir kelime ile kendisine işâret edemez. Çünki, cezbede muhabbet kaplar. Muhabbet kaplayınca, sekr lâzım olur. Bunun için, hiçbir zemân sekrden kurtulamaz. Bilgileri de sekrle karışık olur. Vahdet-i vücûdü anlatır. Çünki vahdet-i vücûd, sekrden ileri gelir. Muhabbetin kaplamasından hâsıl olur. Mâ-sivâ görünmez. Sahva gelirse, mahbûbu görmek başka olur. Mâ-sivâyı görmek başka olur. Vahdet-i vücûde inanmaz olur. Mutlak Fenâdan sonra olan Bekâ, sülûkün sonudur. Sahvın ve ma’rifetin başlangıcıdır. Bu makâmda sekr bulunmaz. Fenâ hâlinde, sâlikden gayb olan şeylerin hepsi geri gelir. Fekat şimdi, asl olarak gelmişlerdir. (Bekâ-billah) da, bu demekdir. Buradaki bilgilerde sekr olmaz. Bütün bilgileri, Peygamberlerin bilgilerine uygundur “aleyhimüssalevâtü vetteslîmâtü vettehıyyâtü velberekâtü ilâ yevmiddîn”.
Büyüklerden birisinden işitdiğime göre, hace-i Ahrâr hazretleri, annesinin babasından da bir nisbet almışdır. Büyük babası şaşılacak hâllere ve kuvvetli cezbelere sâhibdi. Hâce hazretleri, oniki kutbun makâmından da çok pay almışdır. Dîni kuvvetlendirmek, bu kutblara bağlıdır. Muhabbetde büyük şânları vardır. Hâce-i Ahrârın islâmiyyeti kuvvetlendirmesi ve dîne yardım etmesi, aldığı bu paydan ileri gelmekdedir. Mubârek hâllerinden birazı, yukarıda bildirilmişdi.
Hâce-i Ahrârdan sonra “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” bu büyüklerin yolunu canlandıran, edeblerini her yere ve en çok, bunların kemâllerinden hiç haberleri olmayan Hindistân memleketlerine yayan âriflerin büyüğü ve ma’rifetlerin kaynağı ve Allahü teâlânın râzı olduğu dînin bekçisi, üstâdımız ve efendimiz Muhammed Bâkî “sellemehüllâhü teâlâ” olduğu, güneş gibi meydândadır. Kemâllerinden az birşey mektûbuma eklemek istedim. Buna râzı oldukları anlaşılamıyarak, bu işe cesâret olunamadı.
4:33 minutes ( 2.11 MB)