319/320 256-Mektub

 256

İKİYÜZELLİALTINCI MEKTÛB

Bu mektûb, meyân şeyh Bedî’uddîne yazılmışdır. Kutb ve Kutb-ül-ak­tâb ve Gavs ne demek olduğu bildirilmekdedir:

Allahü teâlâya hamd olsun. Onun seçdiği, sevdiği insanlara selâm olsun. Bir dervîşle gönderdiğiniz kıymetli mektûb geldi. Bizleri çok sevindirdi.

Süâl: Kutb, kutb-ül-aktâb, Gavs ve Halîfe ne demekdir? Herbirinin vazîfesi nedir? Vazîfelerinin neler olduğunu bilirler mi, bilmezler mi? Bir kimsenin Kutb-ül-aktâb olduğu gaybdan müjdelenirmiş. Bu doğru mu­dur, yoksa hayâl midir?

Cevâb: Resûlullahın “aleyhissalâtü vesselâm” izinde ilerliyenlerin büyük­leri, Ona uyarak Nübüvvet makâmının derecelerini geçdikden sonra, içle­rinden bir kaçına (İmâmet) makâmını verirler. Başkalarını, o dereceleri ge­çirmekle bırakıp, bu makâmı vermezler. Bu büyükler de, onlar gibi bu de­receleri geçmişlerdir. İmâmet makâmını almadıkları için, onlardan ayrılır­lar. Bu makâma bağlı olan şeylerden mahrûmdurlar. Resûlullaha “sallalla­hü aleyhi ve sellem” tâbi’ olanların büyükleri, peygamberliğin vilâyet de­recelerini temâmlayınca, bunlardan birkaçına (Hilâfet) makâmını verirler. Geri kalanlara bu makâmı vermeyip, yalnız o dereceleri geçirirler. İmâmet ve hilâfet makâmları, o derecelerin kendilerini geçerek elde edilir. Bu de­recelerin zıllerinde, görüntülerinde, imâmet makâmının karşılığı (Kutb-i ir­şâd) makâmıdır. Hilâfet makâmının karşılığı ise (Kutb-i medâr) makâmıdır. Aşağıda bulunan bu iki makâm, yukardaki o iki makâmın sanki zılli, gölge­si gibidir. Muhyiddîn-i Arabî hazretlerine göre, (Gavs), Kutb-i medâr de­mekdir. Kutb-i medârdan başka bir Gavslik makâmı olmadığını söylemek­dedir. Bu fakîre göre, Gavs başkadır. Kutb-i medâr başkadır. Gavs [dahâ üs­tün olup] Kutb-i medârın yardımcısıdır. Kutb-i medâr, birçok işlerinde, ondan yardım bekler. (Ebdâl) denilen makâmlara getirilecek Evliyâyı seç­mekde bunun rolü vardır. Kutbun yardımcıları, hizmet edenleri çok oldu­ğundan kutba, (Kutb-ül-aktâb) da denir. Çünki, Kutb-ül-aktâbın yardımcı­ları, hizmet edenleri, Onun vekîlleri demekdir. Bunun içindir ki, Muhyid­dîn-i Arabî “rahmetullahi aleyh” buyuruyor ki, (Müslimânların olsun, kâ­firlerin olsun, her şehrde bir kutb bulunur).

Makâm sâhibi olan, bilgi sâhibi olur. Makâm derecesi verilen, fekat makâm verilmiyen Velînin ilm sâhibi olması lâzım değildir. Yapdığı hizmet­leri bilse de olur, bilmese de olur. Gaybden gelen müjde, o makâmın dere­cesine yükseldiğini bildirir. O makâmın verildiğini göstermez.

Süâl: (Ebû Bekrin “radıyallahü anh” îmânı ile, bütün ümmetimin îmâ­nı dartılsa, Ebû Bekrin îmânı dahâ ağır gelir) hadîs-i şerîfindeki îmân ne-dir? Onun îmânı niçin dahâ yüksekdir?

Cevâb: Îmânın üstün olması, îmân edilecek şeyler üstün olduğu içindir. Ebû Bekrin îmân etdiği şeyler, ümmetin îmân etdiği şeylerin üstünde ol­duğu için, hepsinden ağır olmakdadır.

Yavrum! Tesavvuf yolunda yükselirken, öyle bir yere çıkılır ki, bir nok­ta dahâ çıkılsa, o noktaya çıkmakla geçilen dereceler, oraya kadar olan bü­tün derecelerden dahâ yüksekdir. Çünki o nokta, aşağısında olanların hepsinden dahâ çokdur. Bu noktanın üstündeki nokta da, bu noktadan öy­lece dahâ yüksekdir. Çünki altdaki nokta, kendi altındakilerin hepsi ile bir­likde, üstündeki noktadan çok küçükdürler. Dahâ yukardaki bütün nokta­lar da, hep böyledirler. İşte, bir kimsenin îmân etdiği şeylerin derecesi yukarda ise, altındaki derecelerde olanların hepsinden ağır gelir. Bunun için­dir ki, Ârif ilerlerken bir yere gelir ki, bir ânda, o âna kadar kazandıkları­nın hepsini kazanır. Bu fakîrin “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” ölçüsü­ne göre, bir ânda, önceki derecelerin hepsinden dahâ çok dereceleri geç­mekdedir. Bu, Allahü teâlânın ihsânıdır. Allahü teâlâ bunu, dilediğine ih­sân eder. Allahü teâlâ, çok büyük ihsân sâhibidir.

Süâl: Şeyh Muhyiddîn-i Arabî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” hazret­leri ve Ona tâbi’ olanlar diyorlar ki, (Hazret-i Mûsâ “aleyhisselâm” için öl­dürülen çocukların isti’dâdlarının hepsi, hazret-i Mûsâ aleyhisselâma ve­rildi). Bu söz ne demekdir?

Cevâb: Bu söz doğrudur. Çünki iyi belli olmuşdur ki, çok kimselerin yük­selmelerine bir kimseyi sebeb eyledikleri gibi, bir kimsenin yüksek dere­celere varması için, çok kimseleri sebeb kılarlar. Rehber, mürîdlerin yük­selmesi için sebeb olduğu gibi, mürîdler de, rehberin yükselmesi için sebeb­dirler. Bu fakîr, bu sözün doğru olduğunu, yinilen, içilen, bedenden birer parça olan şeylerde de his ediyorum. Yinilen, içilen, herşey, isti’dâdı da art­dırmakdadır. Başka kâbiliyyetler de kazandırmakdadır. Tatlı şeyler yi­mek istemediğim zemânlar, isdi’dâdın artması için yimek emr olunmakda­dır. Yimemeğe izn verilmemekdedir. Bir kimsenin isti’dâdının başkasına geçdiği çok görülmüşdür. Biri boş kalmış, ötekinin cem’ıyyeti artmışdır.

Süâl: Şeyh Necmeddîn-i Kübrâ “rahmetullahi aleyh”, bir mürîdini, bir Velînin yanına gönderdi ki, kendisinin hangi Peygamberin “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” terbiyesi altında bulunduğunu anlamış olsun. O zât, mürîde (Cühûdün ne yapıyor?) dedi. Şeyh Necmeddîn-i Kübrâ, bu sözden, kendisinin Mûsâ aleyhisselâmın terbiyesi altında olduğunu anladı. O söz­den bunu nasıl anladı?

Cevâb: (Cühûd), yehûdî demekdir. Mûsâ aleyhisselâmın ümmetine ve­rilen ismdir. Buradan anladı.

Süâl: (Nefehât) kitâbında diyor ki, bütün Velîler ölünce, vilâyetleri el­lerinden alınır. Yalnız dört kişinin alınmaz. Bu ne demekdir?

Cevâb: Burada vilâyet demek, Velînin “kuddise sirruh” tesarrufları, kerâmetleri demekdir. Vilâyetin kendisi alınır demek değildir. Vilâyet, Allahü teâlâya yakınlık demekdir. Kerâmetleri alınır demek de, çok kerâ­met göstermez demekdir. Kerâmet gösteremez demek değildir. Şunu da bil­direlim ki, bu söz keşf yolu ile anlaşılan birşeyi anlatmakdadır. Keşfde ha­tâ, çok olur. Ne görmüş, nasıl anlamışdır? Birkaç kerâmetin zuhûrunu is­tiyorsunuz. Bekleyiniz! Allahü teâlâ, her güçlüğün sonunu kolaylaşdırır.

Süâl: (Nişâpûrî tefsîri)nde diyor ki, (İnne şâniyeke hüvel-ebter), yâ harfi ile yazıyor. Bunun doğrusu nasıldır. Yâ ile midir, Hemze ile midir?

Cevâb: Doğrusu hemze iledir. Yâ ile yazılı olanlar, Kur’ân-ı kerîmin meş­hûr olmıyan okunmasıdır.

Süâl: Birkaç kadın vazîfe istiyor. Nasıl yapalım?

Cevâb: Mahrem iseler, zararı yokdur. Yabancı iseler, perde arkasında oturarak tarîkati alırlar.

Süâl: Hadîs âlimleri, her ayda, yasak günler bildirmişlerdir. Bunun için, hadîs-i şerîf de söyliyorlar. Ne yapalım?

Cevâb: Bu fakîrin babası, Abdül-ehad “rahmetullahi aleyh” buyurdu ki, şeyh Abdüllah ve şeyh Rahmetullah hadîs âlimi idiler. Haremeynde, [ya’nî Mekke ve Medînede] bu ikisine şeyhayn denirdi. Bir iş için, Hindistâna gel­mişlerdi. Bu hadîsi, (Buhârî) şârihlerinden Kermânî “rahmetullahi aleyh” yazıyor. Fekat, za’îfdir. Bu işde doğru hadîs, (Günler, Allahın günleridir. Kullar da Allahın kullarıdır) dediler. Yine buyurdular ki, (Günlerin uğur­suzluğu, âlemlere rahmet olan Muhammed aleyhisselâmın gelmesi ile bit­mişdir. Uğursuz günler, eski ümmetlerde vardı). Bu fakîrin anladığı da böy­ledir. Hiçbir günü başka günlerden üstün tutmam. Cum’a ve Ramezân ve benzerleri günleri, islâmiyyet üstün tutmuş olduğu için üstün biliriz.

Peygamberlik yükünü taşımak üzerinde yazılan bilgileri, hâce Muham­med Eşrefdeki mektûblarda bulamadığınızı yazıyorsunuz. Nasıl bulabilir­siniz? O mektûb, bugünlerde yazıldı. Henüz size varmamışdır. Çok uzun bir mektûbdur. Bir cüz’den çokdur. Bir kopyasını size göndermelerini söyle­mişdim.