356 266-Mektub

Öleceğine yakın, gusl abdesti alıp, vezîr iken yapdığı zulmlere tevbe etdiği söyleniyor ise de, i’tikâdı bozuk olanın gus­lü, nemâzı ve düâsı kabûl olmaz buyuruldu)].

Üstâdım “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” buyurdu ki, şeyh-i ekber Muh­yiddîn-i Arabî hazretlerinin, (Büyük insanların rûhları kadîmdir) sözünün görünüş ma’nâsına uymayıp, din sâhiblerinin müşterek îmânlarına ve söz­lerine çevirmelidir.

Allahü teâlâ, (Kâdir-i muhtâr)dır. [Ya’nî dilediğini yapabilir. Tabî’at kuv­vetleri gibi, elbette işi yapmağa] mecbûr değildir. Eski Yunan felsefecile­ri, aklları ermediğinden, kemâl, büyüklük, mecbûr olmakda, herhâlde ya­pabilmekdedir deyip, Allahü teâlânın ihtiyârını, ya’nî seçmesini inkâr et­diler. Yapmağa mecbûrdur dediler. Bu ahmaklar, Allahü teâlâ, birşeyi ya­ratmağa mecbûr olmuş ve sonra başka birşey yaratmamışdır dedi. Bu uy­durma şeye de, akl-ı fe’âl deyip, herşeyi bu yapıyor dediler.

(Akl-ı fe’âl) dedikleri şey de, yalnız onların vehmlerinde, hayâllerinde olan birşeydir. Bunların bozuk inanışlarına göre, Allahü teâlâ hiçbirşey yap­mıyor. İnsan sıkışınca, bunalınca, Akl-ı fe’âle yalvarır. Allahü teâlâdan bir­şey istemez. Çünki Allahü teâlânın dünyâda olup bitenlerle hiç ilgisi yok­dur. Herşeyi yapan, yaratan Akl-ı fe’âldir derler. Hattâ Akl-ı fe’âle de yalvarmazlar. Çünki onu, kendilerinden belâları gidermekde irâde ve ih­tiyâr sâhibi bilmezler. Bu nasîbsizler, ahmaklıkda, sersemlikde, sapık fır­kaların hepsinden dahâ aşağıdırlar. Kâfirler, her işlerinde Allahü teâlâya sığınıyor. Belâların giderilmesini ondan istiyorlar. Bu alçaklar ise, böyle de­ğildir. Bu nasîbsizlerde iki şey, sapık ve ahmak fırkaların hepsinden dahâ çokdur. Bunlardan biri, Allahü teâlânın gönderdiği haberlere inanmıyor­lar. Peygamberlerin bildirdiklerine inâd ve düşmanlık ediyorlar. İkincisi, bozuk ön fikrler ileri sürüyor. Aslsız, çürük delîller, şâhidler göstererek, boş, sapık düşüncelerini isbâta kalkışıyorlar. Bozuk düşüncelerini isbât için öyle yanılıyorlar ki, hiçbir alçak böyle yanlış, çürük şey yapmamışdır. Dünyâda olan her işi, durmadan giden, dönen göklerin ve yıldızların değiş­meleri ve vaz’ıyyetleri yapıyor diyorlar. Gökleri yaratanı ve yıldızları îcâd edeni ve hepsini hareket etdireni ve aralarında nizâm kuranı görmüyorlar. Bunu birşeye karışmaz sanıyorlar. Ne kadar ahmakdırlar! Ne kadar alçak­dırlar! Bunları akllı bilen, sözlerine inanan ise, bunlardan dahâ alçakdır. On­ların akla dayanan, düzgün ilmlerinden biri geometri [Hendese]dir ki, ne dünyâ se’âdetine, ne de ebedî kurtuluşa fâidesi yokdur. Bir üçgenin, üç iç açısının toplamı, iki dik açıya müsâvîdir demek ve bunu isbâtlamak, insan-lığa ne kazandırır. [Fen bilgileri, modern makinalar ve elektronik âletler ve yeni bulunan herşey, Allahın Peygamberine uyarak kalbleri temizlen­miş, ahlâkı güzelleşmiş îmânlı kimseler tarafından yapılmadıkca ve kulla­nılmadıkca fâideli olamazlar. İnsan haklarını, râhatı, huzûru sağlıyamaz­lar. Harbin ve sefâletin ortadan kalkmasına yaramazlar. Zulme, işkenceye vâsıta olurlar.]

[İmâm-ı Gazâlî “rahmetullahi aleyh”, kendilerini akllı, ilm adamı ve hiç yanılmaz sanan dinsizleri üçe ayırmışdır. Birincisi Dehriyyûn ve maddîci­ler olup, bunlar eski Yunan felesoflarından asrlarca evvel vardı. Bugün de, fen adamı geçinen ba’zı ahmaklar, bu kısmdadır.