Belki bunun için olmalıdır ki, Peygamberimiz “aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât”, o merkezdeki topluluğun, açıklanmasını istiyerek, İbrâhîm aleyhisselâma yapılan salevât ve berekât gibi, kendisine de salevât ve berekât okunmasını emr buyurmuşdur. Bu fakîre gösterdiler ki, bin sene geçdikden sonra, o topluluğun tafsîli kendisine de verildi. Arzûsu kabûl olundu. Bundan dolayı ve bütün ni’metleri için, Allahü teâlâya hamd olsun! O yüksek makâmın kemâlâtı, Vilâyetlerin kemâlâtının ve Nübüvvet ve Risâletin kemâlâtının üstündedir. Nasıl yüksek olmasın ki, o makâm, Peygamberlerin “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” ve meleklerin, kendisine karşı secde etdikleri şeyin hakîkatidir. Bu fakîrin (Mebde’ ve Me’âd) kitâbında yazdığım; hakîkat-i Muhammedî, kendi makâmından yükselerek, üstündeki, Kâ’benin hakîkati makâmına çıkar ve onunla birleşir. Hakîkat-i Muhammedînin ismi, hakîkat-i Ahmedî olur demişdim. Burada yazılı olan, Kâ’benin hakîkati, bu hakîkatin zıllerinden bir zıldir. Kâ’benin hakîkati, görünmemiş olduğu için, bu zılli hakîkat sanmışdım. Böyle karışıklık, çok olmakdadır. Birşeyin hakîkati görünmediği zemân, zıl asl sanılmakda, hakîkat diyerek adlandırılmakdadır. Bunun içindir ki, bir makâm, birkaç kerre görünmekdedir. Çünki bu makâmın çok görünmesi, zıllerinin görünmesidir. O makâmın hakîkati, en son görünenidir. Bir görünüşün, son görünüş olduğu nasıl anlaşılır denirse, ondan önceki görünüşlerin zıl olduklarını anlamak, buna en güzel şâhiddir. Çünki bu bilgi, önceki görünüşler zemânında yokdu. Her görünüş hakîkat sanılıyordu. Hiçbiri zıl bilinmiyordu. Bu hakîkatlerin birbirlerine niçin benzemedikleri bilinmediği hâlde, hiçbiri zıl olarak bilinmiyordu.
Ey oğlum “rahmetullahi aleyh”! Yukarıda yazılı ma’rifetlerden anlaşıldı ki, Âlem-i emrin kemâlâtı, başlangıcdır. Âlem-i halkın kemâlâtına ulaşdıran merdiven gibidir. Âlem-i emrin kemâlâtında hep zıl bulunur. Vilâyet makâmlarında ele geçer. Âlem-i halkın kemâlâtında zıl bulunmaz. Nübüvvet makâmlarında ele geçer. Zıl, dünyâda görünenlerde bulunur. Görülüyor ki, tarîkat ve hakîkat, vilâyetde olur ve islâmiyyetin yardımcılarıdır. İslâmiyyet, Nübüvvet mertebesinde olur. Vilâyet, Nübüvvete kavuşduran köprü gibidir.
Yukarıda bildirilenlerden anlaşılıyor ki, Nakşibendiyye büyüklerinin seçdikleri yolda, seyre Âlem-i emrden başlanarak, aşağı olan Âlem-i emrden, yukarı olan Âlem-i halka çıkılmakdadır. Bunun için, en uygun, en iyi yoldur. Yukarıdan aşağı olan başka seyrlerde, ne kazanılır? Bu inceliği herkese bildirmediler. Başkaları görünüşe bakarak, Âlem-i halkı aşağı sandı. Bu aşağıdan yukarı çıkmağı, yükselmek bildiler. İşin doğrusunun böyle olmadığını anlamadılar. Aşağı sandıkları, hakîkatde yükseklikdir. Yüksek gördükleri de aşağıdır. Evet, Âlem-i halk, dâirenin sonu olduğundan, aslların aslı olan birinci noktanın yanında bulunmakdadır. Başka hiçbir nokta, böyle yakın değildir. Fârisî mısra’ tercemesi:
Afva kavuşan, günâhkârlardır
Bu bilgiler, ancak Nübüvvet aynasından görülür. Vilâyet sâhiblerinden, bu ma’rifete kavuşanlar pekazdır.
4:24 minutes ( 2.04 MB)