063 36-Mektub

 36

OTUZALTINCI MEKTÛB

Bu mektûb, hâcı Muhammed Lâhorîye yazılmışdır. Ahkâm-ı islâmiyye, dünyâ ve âhıretin bütün se’âdetlerini taşımakdadır. Ahkâm-ı islâmiyye dışında ele geçen hiçbir se’âdet yokdur. Tarîkat ve hakîkat, ahkâm-ı islâ­miyyenin yardımcıları olduğunu bildirmekdedir:

Allahü teâlâ, hepimize, Muhammed Mustafâ “sallallahü aleyhi ve sel­lem” efendimizin dîninin hakîkatini bildirsin ve bu hakîkata kavuşdursun! Âmîn.

İslâmiyyet üç kısmdır: İlm ve amel ve ihlâs [ya’nî islâmiyyetin emr ve ya­sak etdiği şeyleri öğrenmek ve öğrendiklerini yapmak ve herşeyi yalnız, Al­lahü teâlâ için yapmakdır]. Bu üçüne kavuşmıyan kimse, islâmiyyete kavuş­muş olmaz. Bir kimse, islâmiyyete kavuşunca, Allahü teâlâ, ondan râzı olur. Allahü teâlânın râzı olması, sevmesi de, bütün dünyâ ve âhıret se’âdetle­rinin en üstünü ve kıymetlisi olduğunu, Âl-i İmrân sûresi onbeşinci ve sû­re-i Tevbenin yetmişüçüncü âyetleri bildirmekdedir. O hâlde, islâmiyyet, dünyâ ve âhıretdeki bütün se’âdetleri ele geçirten bir sermâyedir. İslâmiy­yetin dışında aranılacak, imrenilecek hiçbir iyilik yokdur. Tesavvuf büyük­lerinin kazandıkları, tarîkat ve hakîkat, ahkâm-ı islâmiyyenin yardımcıla­rı, hizmetcileri olup, islâmiyyetin üçüncü kısmı olan ihlâsı elde etmeğe ya­rar. Tarîkata ve hakîkata baş vurmak, islâmiyyeti temâmlamak içindir.

Yoksa, islâmiyyetden başka birşeyler ele geçirmek için değildir. Tesavvuf yolcularının, o yolculukda gördükleri, tatdıkları, ahvâl, mevâcîd, ulûm ve ma’rifetler, imrenilecek, istenilecek şey değildir. Hepsi, evhâm ve hayâlât gibi, geçici şeylerdir. O yolcuları terbiye için, ilerletmek için, vâsıtadan baş­ka birşey değildir. Bunların hepsini geçip arkada bırakıp, (Rızâ makâ­mı)na varmak lâzımdır. Sülûk ve cezbe yolculuğundaki makâmların, konak­ların nihâyeti, rızâ makâmıdır. Çünki, tarîkat ve hakîkat yolculuğundan maksad, ihlâs elde etmekdir. İhlâs da, rızâ makâmında hâsıl olmakdadır. Te­savvuf yolcularının onbinlerde birini, ancak, üç dürlü tecellîlerden ma’ri­fete dayanan müşâhedelerden kurtarıp, ihlâsa ve makâm-ı rızâya ulaşdır­makla şereflendirirler. Hakîkati göremiyen zevallılar, ahvâl ve mevâcîdi, birşey sanır. Müşâhedeleri, tecellîleri arzû eder. Böylece, yolda kalıp, vehm ve hayâlden kurtulamaz ve islâmiyyetin kemâline kavuşamazlar. [Şûrâ sûresinin onüçüncü] âyetinde meâlen, (Allahü teâlâ kullarından di­lediğini, kendisine seçer. Başkasından yüz çevirip, yalnız onu istiyenlere, kendine kavuşduran yolu gösterir) buyuruldu.[1] İhlâs makâmına ve rızâ mer­tebesine kavuşmak için, bu ahvâl ve mevâcîdden geçmek ve bu ilm ve ma’rifetleri edinmek lâzımdır. Bunlar, gâyeye götüren yoldur. Maksadın baş­langıcıdır. Böyle olduğu, bu fakîre, bu yolculukda, tâm on sene sonra bil­dirildi. İslâmiyyet güzeli, ancak bundan sonra, sevgili Peygamberinin “sal­lallahü aleyhi ve sellem” sadakası olarak, cemâlini gösterdi. Dahâ önce de, ahvâl ve mevâcîde tutulup kalmamışdım. İslâmiyyetin hakîkatına kavuşmak­dan başka, istediğim yokdu. Fekat ancak, on sene sonra, hakîkat güneşi doğ­du. Bu ihsânından dolayı, Allahü teâlâya pek çok hamd ederim. [Allahü te­âlânın emrlerine ve yasaklarına (Ahkâm-ı islâmiyye) denir.]

Allahü teâlânın mağfiretine kavuşan, meyân şeyh Cemâlin “kuddise sir­ruh” ölümü, bütün müslimânların üzülmesine sebeb oldu. Bu fakîr tarafın­dan, çocuklarına ta’ziye buyurmanızı ve Fâtiha okumanızı diler, selâm ederim.

[1]     Ya’nî Allahü teâlâ, dilediklerine doğru yolu ihsân eder. İstiyenleri de, adâleti ile, arzûlarına kavuşdurur. Adâleti herkese şâmildir.