337 260-Mektub

Vaktinde bile kılmıyorlar. Farzları cemâ’at ile kılmağa ehemmiy­yet vermiyorlar. Bir iki kişiden fazla cemâ’at toplandığı az görülüyor. Çok zemân da yalnız kılıyorlar. Din adamları böyle olursa, başkalarının na-sıl yapdıklarını artık düşünmelidir. Bu kötü hâllerden dolayı, müslimân­lık za’îflemeğe başladı. Böyle işlerin zulmeti ile, günâhlar, bid’atler çoğal­dı. Fârisî beyt tercemesi:

Az söyledim, dikkat etdim, kalbini kırmamağa,

bilirim üzülürsün, yoksa sözüm çokdur sana!

Nâfile ibâdetleri yapmak, insanı zıllere kavuşdurur. Farzları yapmak ise, asla ulaşdırır. Ancak, farzları temâmlıyan nâfileler [meselâ, farz nemâzlar­dan önce ve sonra kılınan sünnetler], asla kavuşdurmağa yardım ederler. Farzlardan sayılırlar. İşte, farzları yapmak, Âlem-i halka uygun oldu ki, as-la götürür. Bütün farzlar asla yaklaşdırırlar ise de, farzların en üstünü, en yükseği nemâzdır. (Nemâz, mü’minin mi’râcıdır) ve (Kulun, Rabbine en ya­kın olduğu zemânı, nemâzda olduğu zemândır!) hadîs-i şerîfleri bunu ha­ber vermekdedir. (Allahü teâlâ ile öyle vaktlerim vardır ki...) hadîs-i şerî­finde bildirilen, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin en kıy­metli zemânları, bu fakîre göre, nemâzdaki zemânıdır. Günâhları örten ne­mâzdır. İnsanı kötü, çirkin şeyleri yapmakdan koruyan, nemâzdır. Resûlul­lahın “sallallahü aleyhi ve sellem” (Yâ Bilâl, beni ferâhlandır!) buyurarak, râhatlandırılmak istediği şey nemâzdır. Dînin direği, nemâzdır. Müslimân­lık ile, kâfirliği birbirinden ayıran nemâzdır.

Yine sözümüze gelelim. Âlem-i halkın, Âlem-i emrden dahâ üstün ol­duğunu açıklıyalım: Âlem-i emr, bu dünyâda nasîbine kavuşmakdadır. Müşâhede, rü’yet hâsıl etmekdedir. Yarın, Cennet ni’metleri, Âlem-i hal­ka olacakdır. Nasıl olduğu anlaşılamıyan tâm rü’yet ona nasîb olacakdır. (Müşâhede), zılli görmekdir. Kıyâmetde, Allahü teâlânın kendi görülecek­dir. Müşâhede ile rü’yet arasında ve zıl ile asl arasında ne kadar ayrılık var­sa, Âlem-i emr ile Âlem-i halk arasında da o kadar fark vardır. (Müşâhe­de), Vilâyetde olur. (Rü’yet) ise Nübüvvetdedir ve Peygamberlere “aley­himüssalevâtü vetteslîmât” uymakla şereflenenlere, onlara uydukları için nasîb olur. Vilâyet ile Nübüvvet arasındaki farkı, buradan da anlamalıdır.

TENBÎH: Âlem-i emr ile bağlılığı dahâ çok olan bir ârif, Vilâyetin de­recelerine dahâ çok kavuşur. Âlem-i halk ile ilgisi dahâ çok olan da, Nü­büvvetin derecelerine dahâ çok kavuşur. Bunun içindir ki, Îsâ aleyhisselâm, Vilâyetde dahâ ileri gitmişdir. Mûsâ aleyhisselâm da, Nübüvvetde dahâ ile­ri gitmişdir. Çünki Îsâ aleyhisselâmda, Âlem-i emr kuvvetlidir. Bunun için, melekler gibi oldu. Mûsâ aleyhisselâmda, Âlem-i halk kuvvetli oldu­ğu için müşâhede ile doymayıp, rü’yeti istedi. Bu mektûbun başında, Pey­gamberlerin, Peygamberlik derecelerindeki ayrılıklarının sebebini, ileride bildireceğiz demişdik. İşte, şimdi anlaşılmış oldu. Latîfelerinin aşağı veyâ yüksek olması, burada sebeb olmamışdır. Latîfelerin aşağı veyâ yukarı olması, vilâyetde te’sîrli olur. Herşeyin doğrusunu ancak Allahü teâlâ bil­dirir.

Ey oğlum “rahmetullahi aleyh”! Peygamberlik bilgileri, dinlerdir ve dinlerle bildirilen hükmlerdir.