Vaktinde bile kılmıyorlar. Farzları cemâ’at ile kılmağa ehemmiyyet vermiyorlar. Bir iki kişiden fazla cemâ’at toplandığı az görülüyor. Çok zemân da yalnız kılıyorlar. Din adamları böyle olursa, başkalarının na-sıl yapdıklarını artık düşünmelidir. Bu kötü hâllerden dolayı, müslimânlık za’îflemeğe başladı. Böyle işlerin zulmeti ile, günâhlar, bid’atler çoğaldı. Fârisî beyt tercemesi:
Az söyledim, dikkat etdim, kalbini kırmamağa,
bilirim üzülürsün, yoksa sözüm çokdur sana!
Nâfile ibâdetleri yapmak, insanı zıllere kavuşdurur. Farzları yapmak ise, asla ulaşdırır. Ancak, farzları temâmlıyan nâfileler [meselâ, farz nemâzlardan önce ve sonra kılınan sünnetler], asla kavuşdurmağa yardım ederler. Farzlardan sayılırlar. İşte, farzları yapmak, Âlem-i halka uygun oldu ki, as-la götürür. Bütün farzlar asla yaklaşdırırlar ise de, farzların en üstünü, en yükseği nemâzdır. (Nemâz, mü’minin mi’râcıdır) ve (Kulun, Rabbine en yakın olduğu zemânı, nemâzda olduğu zemândır!) hadîs-i şerîfleri bunu haber vermekdedir. (Allahü teâlâ ile öyle vaktlerim vardır ki...) hadîs-i şerîfinde bildirilen, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin en kıymetli zemânları, bu fakîre göre, nemâzdaki zemânıdır. Günâhları örten nemâzdır. İnsanı kötü, çirkin şeyleri yapmakdan koruyan, nemâzdır. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” (Yâ Bilâl, beni ferâhlandır!) buyurarak, râhatlandırılmak istediği şey nemâzdır. Dînin direği, nemâzdır. Müslimânlık ile, kâfirliği birbirinden ayıran nemâzdır.
Yine sözümüze gelelim. Âlem-i halkın, Âlem-i emrden dahâ üstün olduğunu açıklıyalım: Âlem-i emr, bu dünyâda nasîbine kavuşmakdadır. Müşâhede, rü’yet hâsıl etmekdedir. Yarın, Cennet ni’metleri, Âlem-i halka olacakdır. Nasıl olduğu anlaşılamıyan tâm rü’yet ona nasîb olacakdır. (Müşâhede), zılli görmekdir. Kıyâmetde, Allahü teâlânın kendi görülecekdir. Müşâhede ile rü’yet arasında ve zıl ile asl arasında ne kadar ayrılık varsa, Âlem-i emr ile Âlem-i halk arasında da o kadar fark vardır. (Müşâhede), Vilâyetde olur. (Rü’yet) ise Nübüvvetdedir ve Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” uymakla şereflenenlere, onlara uydukları için nasîb olur. Vilâyet ile Nübüvvet arasındaki farkı, buradan da anlamalıdır.
TENBÎH: Âlem-i emr ile bağlılığı dahâ çok olan bir ârif, Vilâyetin derecelerine dahâ çok kavuşur. Âlem-i halk ile ilgisi dahâ çok olan da, Nübüvvetin derecelerine dahâ çok kavuşur. Bunun içindir ki, Îsâ aleyhisselâm, Vilâyetde dahâ ileri gitmişdir. Mûsâ aleyhisselâm da, Nübüvvetde dahâ ileri gitmişdir. Çünki Îsâ aleyhisselâmda, Âlem-i emr kuvvetlidir. Bunun için, melekler gibi oldu. Mûsâ aleyhisselâmda, Âlem-i halk kuvvetli olduğu için müşâhede ile doymayıp, rü’yeti istedi. Bu mektûbun başında, Peygamberlerin, Peygamberlik derecelerindeki ayrılıklarının sebebini, ileride bildireceğiz demişdik. İşte, şimdi anlaşılmış oldu. Latîfelerinin aşağı veyâ yüksek olması, burada sebeb olmamışdır. Latîfelerin aşağı veyâ yukarı olması, vilâyetde te’sîrli olur. Herşeyin doğrusunu ancak Allahü teâlâ bildirir.
Ey oğlum “rahmetullahi aleyh”! Peygamberlik bilgileri, dinlerdir ve dinlerle bildirilen hükmlerdir.
4:34 minutes ( 2.11 MB)