051 30-Mektub

Vaktin devâmlı olması demek, bu vaktdeki hâlin bilinmesi ve başka şeyleri gibi eserlerinin, alâmetlerinin devâmlı olması demek değildir. Bel­ki, vaktin olduğu gibi devâm etmesi ve hâlin kendisinin devâmlı olması de­mekdir. Bir şeyi yanlış zan etmek, onun doğru olmasına ziyân getirmez. Hat­tâ çok zanlar vardır ki, günâh olur.

Söz uzadı. Biz yine kendimize gelelim! Mukaddes meydânda “celle şâ­nüh” söz binicisini koşturamıyacağımız için, kendi kulluğumuzu, aşağılığı­mızı ve gücümüzün yetersiz olduğunu anlatalım. İnsan, kulluk vazîfeleri­ni yapmak için yaratıldı. Bir kimseye başlangıçda ve ortalarda aşk ve mu­habbet verilirse, onun Allahü teâlâdan başka şeylere olan bağlılıklarını kes­mesi için verirler. Aşk ve muhabbet de aranılacak, özenilecek şey değildir. Kulluk makâmına kavuşmak için birer aracıdırlar. Bir kimsenin Allahü te­âlâya kul olması için, Ondan başka şeylere kul olmakdan ve bağlanmakdan tam kurtulması lâzımdır. Aşk ve muhabbet, bu bağlılıkları kesmekden başka bir işe yaramaz. Bunun için, vilâyet ya’nî evliyâlık mertebelerinin so-nu, en yükseği (Abdiyyet makâmı)dır. Vilâyet derecelerinde, abdiyyet makâmının üstünde hiçbir derece yokdur. Bu makâmda, kul ile sâhibi arasında, kulun sâhibine muhtâc olmasından ve sâhibin kendisinin ve sıfat­larının hiçbir şeye hiç muhtâc olmamasından başka hiçbir bağlılık yokdur. Burasını iyi açıklayalım ki, kendisi ile Onun kendisi arasında ve sıfatları ile Onun sıfatları arasında ve kendi işleri ile Onun işleri arasında, hiçbir ba­kımdan hiçbir benzerlik bulmayacakdır. Onun zılli, görüntüsü olduğunu söy­lemekde, bir benzerlik, bir bağlılık olur. Bundan da kaçınmak lâzımdır. Onu yaratıcı, kendisini yaratılmış bilmelidir. Bundan başka hiçbir şeye ağız aç­mamalıdır. Tesavvuf yolunda ilerliyenlerin çoğu “rahmetullahi teâlâ aley­him ecma’în” (Tevhîd-i fi’li) ile karşılaşmakdadır. Her şeyi yapan Allahü teâlâdır derler. Bu büyükler, bu işleri yaratanın bir olduğunu bilir. Bu iş­leri yapan birdir demek istemezler. Böyle söylemek, zındıklık olur. Bunu bir misâl ile açıklıyalım:

Kukla oynatan bir kimse, perde arkasında oturur. Tahtadan, kartondan insan şeklinde yapılmış cansız şeyleri iple oynatır. Seyrciler, perdede oy­nayan karton, tahta parçalarının birçok şeyler yapdığını görür. Aklı olan kimseler bu hareketleri, perde arkasında oturan adamın yapdığını anlar. Fekat bu işler, perdedeki tahta parçalarından meydâna gelmekdedir. Bu­nun için, bu şekller hareket ediyor denir. Perde arkasındaki adam hareket ediyor denmez. Bu sözleri, işin doğrusunu göstermekdedir. Peygamberle­rin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” yolları da böyle olduğunu bildirmek­dedir. İşleri yapan bir yapıcıdır demek, sekr hâlinde söylenen sözlerden­dir. Sözün doğrusu şöyledir ki, işleri yapan çokdur. İşleri yaratan birdir. Tev­hîd-i vücûd bilgileri de böyledir. Sekr vaktinde ve hâl kapladığı zemân söy­lemişlerdir. Keşf yolu ile edinilen bilgilerin doğru olması, islâmiyyetde açık­ça anlaşılan bilgilere uygun olmaları ile ölçülür. Kıl kadar ayrılık sekrden ileri gelir. Din bilgilerinin doğrusu, Ehl-i sünnet vel-cemâ’at âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” anladıkları bilgilerdir. Bunlara uy­mamak yâ zındıklık ve ilhâddır, ya’nî doğru yoldan ayrılmakdır, yâhud sekr hâlinde söylenmişdir. Sekrden tam kurtulmak, (Abdiyyet makâmı)nda olur. Başka makâmların hepsinde az çok sekr bulunur. Fârisî mısrâ’ terce­mesi:

Dahâ söylersem sonu gelmez.

Hâce Behâeddîn-i Nakşibend “kaddesallahü teâlâ sirrehül akdes” hazretlerinden (Sülûk niçin yapılıyor?) diye sorulduğunda, (Kısa, toplu olan bilgilerin genişlemesi, açıklanması ve akl ile, düşünce ile bulunan bil­gilerin, keşf ile, kalb ile anlaşılması için) buyurdu. İslâmiyyetin bildirdi­ği bilgilerden başka şeyler öğrenmek için demedi. Tesavvuf yolunda iler­lerken, islâmiyyetde bulunmayan şeylerle karşılaşılmakda ise de, yolun sonuna varınca bu bilgilerin hepsi yok olur. Yalnız islâmiyyetin bildirdi­ği şeyler, açık ve geniş olarak bilinir. Aklın dar çerçevesinden kurtularak, keşfin sonsuz meydânına açılmak hâsıl olur. Ya’nî Peygamberimiz “aley­hissalâtü vesselâm” bu bilgileri melekden aldığı gibi, bu büyükler de, bu bilgilerin hepsini, kalblerine gelen ilhâm yolu ile kaynakdan alırlar. Âlim­ler, bu bilgileri islâmiyyetden alırlar. Kısaca, topluca bildirirler. Bu bilgi­ler, Peygamberlere “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” keşf yolu ile geniş, uzun bildirildiği gibi, Evliyâya da böylece bildirilmekdedir. Ancak Pey­gamberler “aleyhimüssalâtü vesselâm” asldırlar, önce gidenlerdir. Evli­yâ ise bunların arkalarında, izlerinde gelenlerdir. Evliyânın yükseklerin­den pek azını “rahmetullahi aleyhim ecma’în” ancak yüzlerle sene son­ra, birbirinden pek uzak zemânlarda seçerek, bu yüksek makâma kavuş­dururlar.

Akl ile, düşünce ile anlaşılan bir bilgiyi keşf yolu ile açıklamak istiyor­dum. Fekat kâğıdda yer kalmadı. Böyle olmasında Allahü teâlânın hikme­ti olsa gerek. Vesselâm.