459 291-Mektub

üstâdımız ve efendimiz Muhammed Bâkî “kaddesallahü sirrehül akdes” hazretlerinden zikri öğrendikden ve yüksek teveccüh ve il­tifâtlarına kavuşdukdan sonra, kalb makâmına çıkardılar. Bu ma’rifeti aç­dılar. Bu makâmın bilgilerini ve ma’rifetlerini bol bol ihsân eylediler. Bu ma’rifetlerin inceliklerini gösterdiler. Uzun zemân, bu makâmda bulundur­dular. Sonra, köle okşamak olgunluğu ile, bu köleyi, Kalb makâmından çı­kardılar. Bu ma’rifet yok olmağa başladı. Yavaş yavaş azalarak, büsbütün yok oldu. Bu hâllerimi anlatmak, bu yazıların keşf ve zevk yolu ile yazıl­mış olduğuna inandırmak içindir. Başkalarına uyarak, öyle sanarak yazıl­madığını göstermek içindir.

Birçok Evliyânın “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz” başlangıcda tevhîd ma’rifetlerini bildirmeleri, onları hiç küçültmez. Bu ma’rifetler, Kalb makâmında iken hâsıl olur. Bu fakîr de, o zemân, tevhîd bilgileri, risâleleri yazmışdım. Sevdiklerimizden birçoğu, o yazıları her yere yazdıkları için, on­ları toplamak güçleşdi. Toplamayıp, öylece bırakıldı. Tevhîd ma’rifetlerini söyliyenler, o makâmda kalır, ileriye geçemezlerse, o zemân aşağılık olur.

Tevhîd erbâbından birkaçı da, kendi şühûdlarında, tâm yok olur. Bu şü­hûdde yok olmağı, elden hiç kaçırmamak, varlıkdan hiçbirşeyin kendile­rinde kalmamasını isterler. Kendilerine (ben) demeği küfr bilirler. Bunla­ra göre, en son mertebe, (Fenâ) mertebesidir. Ya’nî, yoklukdur. Müşâhe­deyi bile, bir bağlılık bilirler. Bunlardan birkaçı (Adem olmak, geri hiç dön­memek istiyorum) buyurmuşdur. Varlığı hiç istemezler. Muhabbete fedâ ol­muşlardır. Hadîs-i kudsîde, (Öldürdüğüme karşılık olarak, kendimi veririm)buyuruldu. Öldürülenler, bunlardır. Varlık, onlarca ağır bir yükdür. Bun­ların râhatları hiç yokdur. Çünki, gafletde olan râhat olur. Bunlar devâm­lı olarak yok olmuşlardır. Gafletin yeri yokdur. Şeyh-ül-islâm Hirevî buyu­ruyor ki, (Beni az bir zemân Hak teâlâdan gâfil eden bir kimsenin günâh­larının afv olmasını umarım). İnsanın yaşıyabilmesi için gaflet lâzımdır. Al­lahü teâlâ, çok merhametli olduğundan, onların herbirini yaratılışlarına uy­gun olan işle uğraşdırmakdadır. Böylece gaflet hâsıl olmakdadır. Varlık yü­kü hafîflemişdir. Birkaçını da simâ’ ve raksa alışdırmışdır. Birçoğunu kitâb yazmak, ilm ve ma’rifetler yaymak yoluna koymuşdur. Kimisini de, mubâh olan işlerle meşgûl etmişdir. Şeyh Abdüllah-i Istahrî, köpeklerle sahrâya giderdi. Bir kimse, büyüklerden bunun sebebini sordu. (Kendini varlık yü­künden kurtarmak için böyle yapıyor) buyurdu. Allahü teâlâ, bunlardan ki­misine de, tevhîd-i vücûd ve kesretde vahdeti görmek bilgilerini verdi. Böylece bu yükden birkaç sâat râhat oldular. Sıddîkiyye büyüklerinden bir­kaçında “kaddesallahü teâlâ esrârehüm” tevhîd ma’rifetlerinin görünme­si, bunun içindir. Bu büyüklerin nisbeti, tâm tenzîhe varır. Âlem ile ve âlem­de şühûd ile işleri yokdur. Rehberlerin başı, hakîkatlerin ve ma’rifetlerin kaynağı, dînin yardımcısı hâce Ubeydüllah-i Ahrârın tevhîd-i vücûd ve kes­retde vahdeti görmek bilgilerine uygun ma’rifetleri yazması da böyledir. (Fı­karât) kitâbında, tevhîd ve buna benzer bilgiler vardır. Bu bilgiler ve ma’rifetler, kendisinin âlem ile oyalanması içindir. Yüksek hocamızın da, (Fıkarât) kitâbındaki bilgilere benzer ma’rifetler yazması böyledir. Bu tevhîd bilgileri, ne cezbeden ve ne de görülenin sevgisinin kaplamasından değildir. Bunların âlemle ilgileri yokdur. Onlara âlemde gösterilenler, on­ların görmekle şereflendikleri hakîkatlerin zılleri, benzerleridir. Şuna ben­zer ki, bir kimse güneşe âşık olsa,