428 287-Mektub

ve Seyr-i ilallah yolculuğunu bitirdikden ve Seyr-i fillah baş­ladıkdan ve belki de, (Seyr-i anillah-i billah) yolculuğundaki (Fark-ı ba’del­cem’) makâmına kavuşdukdan sonra hâsıl olabilir. Fârisî beyt tercemesi:

Her dilenci, olur mu bir kahraman? nerede sivri sinek, nerede Süleymân?

Müntehî ile mübtedînin cezbleri arasındaki fark anlaşılmış oldu. Er­bâb-i kulûb meczûblarının şühûdları, kesret ya’nî mahlûklar perdesi arka­sında olur. Anlasalar da, anlamasalar da böyledir. Bu kesretde gördükleri de, yalnız Âlem-i ervâhdır. Rûhların âlemi, letâfet, ihâta ve sereyân bakım­larından, görünüşde, kendini yaratana benzer. (Allahü teâlâ, Âdemi ken­di sûretinde yaratdı) hadîs-i şerîfi, böyle olduğunu bildirmekdedir. Bunun için, rûhun şühûdünü, Hakkın şühûdü sanırlar. İhâta, sereyân, kurb ve ma’ıyyet de böyledir. Çünki sâlik, bulunduğu makâmın bir üstünü görebi­lir. Dahâ üst makâmları göremez. Bunların bulunduğu makâmın üstü, (Rûh makâmı)dır. Bunun için, rûh makâmından yukarısını göremezler. Rûhun şü­hûdünden başka, şühûdleri olmaz. Rûhun üstünü görebilmek için, rûh ma­kâmına kavuşmak lâzımdır. Muhabbet ve çekilmek de, şühûd gibidir. Hak teâlânın şühûdü için, belki Ona muhabbet ve çekilmek için, Seyr-i ilallahın sonundaki Fenânın hâsıl olması lâzımdır. Fârisî beyt tercemesi:

Bir kimsede hâsıl olmazsa Fenâ, Hak teâlâya yol bulamaz aslâ!

Başka söz bulunamadığı için şühûd diyoruz. Yoksa, bu büyüklerin işi, başkalarının dedikleri şühûdün çok ilerisindedir. Bunların aradıkları, an­laşılamıyan bir varlık olduğu gibi, Ona kavuşmaları da, anlaşılamıyan bir kavuşmakdır. Maddeli, ölçülü olan, Ona yol bulamaz. Sultânın hediyyele­rini, ancak onun hayvanları taşıyabilir. Fârisî beyt tercemesi:

Anlaşılmaz, ölçülmez bağlantılar, Hak ile rûhumuz arasında var!

Sülûk sâhiblerinden hakîkate varmış olanlara göre, Hak teâlânın ihâta, sereyân, kurb ve ma’ıyyeti ilm yolu ile anlaşılmakdadır. Doğru yolun âlim­leri de böyle söylemişlerdir. Allahü teâlâ, bu âlimlerin çalışmalarına bolbol mükâfât versin! O büyüklere göre, Allahü teâlânın kendisi bu âleme yakın­dır, sereyân etmişdir sanmak, birşeye kavuşmamış olmağı, uzakda kalmış olmağı gösterir. Yaklaşmış olanlar, Allahü teâlâ yakındır demezler. Büyük­lerden biri buyurdu ki, (Yakın olduğunu söyliyen, uzakdadır. Uzakdayım diyen yakındır. Tesavvuf da budur). (Tevhîd-i vücûd) bilgileri, kalbin çekil­mesinden ve muhabbetden hâsıl olmakdadır. Cezb edilmiyen, sülûk yolun­da ilerliyen (Erbâb-i kulûb) bu bilgilere yakalanmaz. Sülûk ile kalbden büs­bütün ayrılıp, kalbin sâhibine dönmüş olan meczûblar da, bu bilgilerden uzaklaşırlar. Tevbe ederler. Meczûblardan birçoğu, sülûk yoluna girdikle­ri ve bu yolun konaklarında ilerledikleri hâlde, eski makâmlarını unutmaz­lar. Yukarı makâmlara bakmazlar. Tevhîd bilgileri, bunları bırakmaz. Bu teh­lükeden kurtulamazlar. Bunun için, yakınlık konaklarına ve mukaddes makâmlara yükselmezler. Yâ Rabbî! Bu zâlimlerin şehrinden bizi çıkar. Sen­den bize bir sâhib gönder. Senden bize bir yardımcı ihsân eyle!