080 46-Mektub

Nitekim, safra hastasını, şekerin tatlı ol­duğuna inandırmak için, isbât etmeğe kalkışmakdansa, onu hastalıkdan kur­tarmak lâzımdır. [Safrası bozuk olan hastaya] şekerin tatlı olduğu, ne ka­dar isbât edilirse edilsin, yakîn hâsıl edemez. Çünki, şeker ağzına acı gel­mekde, vicdânı acı olduğunu bilmekdedir.

[Seyyid Abdülhakîm “kuddise sirruh” buyurdu ki: (Müdrike) ya’nî bir şeyi (anlamak) kuvveti üçdür: Üçünün de doğru anlıyabilmeleri için, bu­lundukları uzvların hasta olmamaları lâzımdır. Birincisi, görünen (his or­ganlarındaki kuvvetler) olup, görme, işitme, koklama, gıdânın lezzetini al­ma ve sıcaklık, sertlik anlama. Bu kuvvetler, insanda bulunduğu gibi, hay­vanlarda da vardır. Bu kuvvetler olmasaydı, insanlar, taş gibi, odun gibi olur­du.

İkincisi, (akl kuvvetleri) olup, hiss-i müşterek, hâfıza, vâhime, mütesar­rıfa ve hazânet-ül-hayâl denilen görünmiyen beş organdaki kuvvetlerdir. Bu kuvvetler, insanların dimâgında [beyninde] bulunur. Hayvanlarda yok­dur. Bir şeyin varlığını, bu kuvvetler, güvenilen bir haberi işitmekle veyâ tecrîbe ile yâhud hesâb ile anlar. İyiyi fenâdan, fâideliyi zararlıdan ayırır­lar. Fen bilgileri, hesâb, bu kuvvetlerle yapılır.

Üçüncüsü, (kalb kuvveti) olup, müslimânların havâssına, ya’nî yüksek olan seçilmiş kimselere mahsûsdur. Kalbdeki bu ma’nevî anlama kuvveti­ne (Basîret) denir. Bu kuvvet ile anlaşılan din bilgileri, akl ve his kuvvet­leri ile anlaşılamaz. Akl kuvvetleri ile anlaşılan şeyleri, insan, hayvanların en üstünü olan ata, senelerce uğraşsa, anlatamaz. Bunun gibi, kalb kuvvet­leri ile anlaşılan bilgileri [din bilgilerini ve meselâ ma’rifetullahı], bu seçil­mişler, başka insanlara senelerce söylese, onlar anlıyamaz. Bunlardan da­hâ yüksek seçilmişlerin seçilmişleri vardır. Bunlardan da dahâ üstün Nebî­ler, Nebîlerden dahâ üstün Resûller, bunlardan da üstün Ülül’azm derece­leri vardır. Bunların üstünde de Kelîmiyyet, Rûhiyyet, Hullet ve Mahbû­biyyet mertebeleri vardır ki, bu en üstün derece, Muhammed aleyhisselâ­ma mahsûsdur. Kalb [gönül] denilen kuvvet, yürek dediğimiz et parçasın­da bulunur. Elektriğin ampulde, miknâtisin elektrik tellerinin makarasın­da hâsıl olması gibidir.

İnsanlarda bulunan nefs-i emmâre, din bilgilerine inanmamakda, tabî’a­ti, yaratılışı, islâmiyyete uymamakdadır. [Bunun için, islâmiyyete uymak, nefse acı gelmekde, ona uymak istememekdedir. Kalb ise, yaratılışında te­mizdir, sâlimdir. Fekat, nefsin islâmiyyete uymak istememesi hastalığı, kalbe sirâyet ederek, kalb de islâmiyyete uymak istemiyor. İslâmiyyete ina­nıyor ise de, uyması acı geliyor.] İslâmiyyetin doğruluğunu isbât için, ne ka­dar uğraşılırsa uğraşılsın, hasta olan kalbde buna yakîn hâsıl olması, çok güç olur. [Kalbde yakîn hâsıl olması için, dâhilden ve hâricden hastalık gel­memesi, gelmiş olanın da tasfiyesi lâzımdır. Bunun için, nefsi (tezkiye) et­mekden, ya’nî cibillî olan inkâr hastalığından ve kalbi şeytândan ve fenâ arkadaşdan kurtarmakdan başka çâre yokdur. Nefsi tezkiye, ahkâm-ı islâ­miyyeye uymakla, sonra (kelime-i tevhîd denilen Lâ ilâhe illallah zikrini çok söylemekle), sonra bir Velînin sohbeti ile, sonra râbıtası ile, sonra ha­yât hikâyesini okumakla olur. Kalbin tasfiyesi, ibâdet yapmakla, bilhâssa farz nemâzları kılmakla ve çok istigfâr okumakla olacağı,