Hadîs-i şerîfde bildirildi ki, (Meleklerin bir kısmı ateşden ve kardan yaratılmışdır. Bunlar, ateşle karı birarada bulunduran Rabbimizde hiçbir noksânlık yokdur derler). Bu seyrde iken rü’yâda gösterdiler ki, sanki bir yolda gidiyorum. Çok gitmekden yorulmuşum. Yürüyebilmek için bir sopa, baston arıyorum. Bulamıyorum. İlerliyebilmek için, çalı çırpıya yapışıyorum. Bu da olmuyor. Öylece yürümek zorunda kalıyorum. Bir zemân, böyle ilerledim. Bir şehr göründü. Yaklaşdım. Şehre girdim. Bu şehrin, (Te’ayyün-i evvel) olduğu bildirildi. Bu te’ayyün, bütün ismlerin, sıfatların, şü’ûn ve i’tibârâtın mertebelerini ve bu mertebelerin asllarını ve bu aslların da asllarını kendinde toplamışdır ve Zât-i ilâhînin i’tibârâtının sonudur. Bu i’tibârât, ilm-i husûlîde, birbirlerinden ayrıldılar. Bundan sonra seyr olursa, ilm-i huzûrî ile ilgili olur.
Ey oğlum! O makâmda, ilm-i husûlî ve ilm-i huzûrî demek, misâl ve benzetmek yolu ile söylenir. Çünki, Zât-i ilâhîden ayrı olan sıfatlar, ilm-i husûlî ile bilinir. İ’tibârât-i zâtiyye, Zât-i teâlâdan hiç ayrı değildirler ve ilm-i huzûrî ile bilinirler. Çünki bu makâmda, ilm, bilinen şeye yalnız bağlanır, bilinen şeyden hiçbirşey ilmde bulunmaz. Te’ayyün-i evvel demek olan, o büyük şehrde, Peygamberlerin ve meleklerin bütün vilâyetleri vardır. Mele-i a’lâ denilen meleklerin yükseklerinin (Vilâyet-i ulyâ)sının sonu bu makâmdadır. Bu makâmda, bu te’ayyün-i evvelin, hakîkat-i Muhammedî olup olmadığı düşünüldü. Hakîkat-i Muhammedînin, yukarıda söylenilen gibi olduğu anlaşıldı. Ona te’ayyün-i evvel denilmesi, bu te’ayyün-i evvelin zıllinin merkezi olduğu içindir. İsmleri, sıfatları, şü’ûn ve i’tibârâtı kendinde toplamışdır. Bu şehrin üstünde seyr edilince, (Kemâlât-ı nübüvvet)e, ya’nî Peygamberlik derecelerine başlanır. Bu derecelerde, yalnız Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vettehıyyât” seyr eder. Peygamberlik makâmının dereceleridir. Peygamberlerin izinde gidenlerin büyüklerine de, tatdırılır. İnsanı meydâna getiren on parça içinde, bu derecelere yükselen toprak maddeleridir. İster Âlem-i emrden olsun, ister Âlem-i halkdan olsun, dokuz parçadan herbiri, bu makâmda, toprak maddesinin yolunda ilerler. Onun yanı sıra, bu ni’metle şereflenirler. Toprak maddeleri yalnız insanda bulunduğundan, insanların üstünleri, meleklerin üstünlerinden dahâ üstün oldu. Toprak maddelerinin kavuşduklarına, hiç kimse kavuşmamışdır. Âyet-i kerîmede bildirilen (dünüv) hâsıl oldukdan sonra, tedellâ sırrı bu makâmda hâsıl olur. (Kabe-kavseyn ev ednâ)nın içyüzü meydâna çıkar. Bu seyrde iyice anlaşıldı ki, Vilâyet-i sugrâ, Vilâyet-i kübrâ ve Vilâyet-i ulyânın hepsi, Peygamberlik makâmının kemâlâtının zılleri, gölgeleridir. Bütün o kemâlât, o dereceler, bu derecelerin misâlleri, görüntüleridir. İyi anlaşıldı ki, bu seyrde, bir nokta ilerlemek, Vilâyet makâmının bütün derecelerinden dahâ çokdur. Bu kemâlâtın hepsinin ne kadar olacağını bundan anlamalıdır. Geçilmiş derecelerin hepsi, bunun yanında, okyânus yanında bir damla gibi kalır. Burada, bu orantı bile yokdur. Diyebiliriz ki, (Peygamberlik makâmı) yanında, (Vilâyet makâmı), sonsuz yanında, ufak birşey gibidir. Sübhânallah! Câhilin biri, bu sırdan haber vererek, evliyâlık, Peygamberlikden dahâ yüksekdir der. Bunları anlamıyan, bir başkası da, bu sözü düzeltmek için, Peygamberlerin vilâyeti, kendi Peygamberliğinden dahâ yüksekdir der. Ağızlarından çıkan, çok büyük oldu. Allahü teâlânın ihsânı ile ve Peygamberinin “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm”
4:57 minutes ( 2.29 MB)