383/384 268-Mektub

268

İKİYÜZALTMIŞSEKİZİNCİ MEKTÛB

Bu mektûb, Hân-ı Hânâna yazılmışdır. Peygamberlere vâris olan âlim­lerin kimler olduğu ve gizli bilgilerin neler olduğu bildirilmekdedir:

Allahü teâlâya hamd olsun! Onun seçdiği kullarına selâm olsun! Bura­daki fakîrlerin hâli hamd etmeğe lâyıkdır. Sizin de selâmetde, âfiyetde ve doğru yolda olmanıza düâ ederim. Konumuz, ilmde vâris olmak olduğun­dan, vaktin izn verdiği kadar, birkaç kelime dahâ yazıyorum. Hadîs-i şerîf­de, (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) buyuruldu. Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” bırakdığı ilm iki dürlüdür:

1. Ahkâm bilgileri, 2. Esrâr bilgileri.

Bir âlimin vâris olması için, bu ilmlerin ikisinden de pay alması lâzım­dır. Yalnız birisinden pay alan kimse vâris olamaz. Çünki vâris, bırakılan malın herbirinden pay alır. Bir kısmından alıp, başka parçalardan almama­sı olamaz. Belli bir kısmdan payı olana vâris denilmez. Buna alacaklı de­nir. Alacaklı olan, yalnız hakkı olan maldan alır. Peygamberimiz “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” başka bir hadîsde, (Ümmetimin âlimleri, İsrâîl oğullarının Peygamberleri gibidir) buyurdu. Burada bildirilen âlimler de, vâris olan âlimlerdir. Alacaklı gibi olanlar değildir. Alacaklı olanlar, kalan malın yalnız bir kısmından alırlar. Çünki vâris çok yakın olduğu için ve şâ­hidi olduğu için malı bırakan kimse gibidir. Alacaklı olan ise, böyle değil­dir. İşte vâris olmıyan, âlim olamaz. Buna belki belli birşeyin âlimidir de­nilebilir. Meselâ, fıkh âlimidir denir. (Âlim), vâris olana denir ki, her iki ilm­den de nasîbi vardır. İlm-i esrâr deyince, çok kimse, tevhîd-i vücûdî, [her­şeyde, bir olan varlığı görmek, bir olanda herşeyi görmek gibi] bilgileri sa­nır. (İhâta, sereyân, kurb, ma’ıyyet gibi, hâl sâhibi sâliklerin anladıkları şey­leri bilmekdir) der. Hâşâ! Böyle değildir. Bu bilgiler, esrâr bilgileri değil­dir. Bunlar, Peygamberlik makâmına yakışacak bilgiler değildir. Çünki bu bilgiler, tarîkat serhoşluğu, hâllerin kapladığı zemân hâsıl olur. Bunlar, ayık, şü’ûrlu olanların bilgileri değildirler. Peygamberlerin bilgileri ise, hem ahkâm bilgileri, hem esrâr bilgileri, hepsi ayık, şü’ûrlu bilgilerdir. Hiçbirine, dalgınlık bilgileri hiç karışık değildir. Dalgınlık bilgileri, vilâyet derecelerine uygundurlar. Çünki Velîler, sekr, dalgın hâlde olurlar. Bu bilgiler, olsa olsa, vilâyetin esrârı olurlar. Nübüvvetin esrârı değildirler. Her ne kadar Peygamberlerin de vilâyetleri varsa da, vilâyete bağlı olan şeyler, bu büyüklerde küçük kalmakda, Peygamberliğe bağlı şeyler yanında yok gibi olmakdadır. Fârisî beyt tercemesi:  

Güneş doğar, aydınlanır memleket, sabâh yıldızı görünemez elbet.

Kitâblarımda, mektûblarımda açıkladım. Yine bildiriyorum ki, Pey­gamberlik derecelerinin üstünlüğü büyük bir deniz gibidir. Evliyâlık dere­celeri, bu denizin yanında bir damla gibi kalır. Fekat, ne yapayım ki, Pey­gamberliğin derecelerine yetişemiyen çok kimse, (Vilâyet nübüvvetden da­hâ yüksekdir) dedi. Birçoğu da, bu sözü çevirerek, (Peygamberlerin vilâ­yeti, kendi nübüvvetinden dahâ üstündür) dedi. Bunların hepsi de, Peygam­berliğin ne olduğunu anlıyamamışlardır. Anlamadan konuşmuşlardır. Sekr, [ya’nî şü’ûrsuz, dalgınlık hâlini] sahv, ya’nî uyanıklıkdan üstün görenleri de böyledir. Sahvın ne olduğunu bilmiş olsalardı, sahvın yanında sekri dille­rine bile almazlardı. Fârisî mısra’ tercemesi: 

Toprak nerede, temiz âlem nerede?

Bunlar yüksek insanların sahvını, câhillerin sahvları gibi sanmış olacak­lar ki, sekri sahvdan üstün tutmuşlar. Keşki, câhillerin sekrini de, yüksek­lerin sekri gibi bilselerdi de, öyle söylemeselerdi. Çünki aklı olan herkes bi­lir ki, sahv, sekrden, ya’nî ayıklık serhoşlukdan elbette iyidir. Câhillerin sahv­ları da böyledir. Büyüklerin sahvları da böyledir. Evliyâlığı Peygamberlik­den ve sekri sahvdan üstün tutmak, kâfirliği, müslimânlıkdan üstün tutma­ğa ve bilgisizliği ilmden dahâ üstün tutmağa benzer. Çünki küfr ve cehl, ev­liyâlığa benzer. İslâm ve ma’rifet ise, Peygamberlikde olur. Hallâc-ı Men­sûr “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” diyor ki, Arabî beyt tercemesi:

Allahın dînine inanmıyorum, küfr lâzımdır, müslimânlar beğenmeseler de, bence böyledir!

Muhammed “aleyhisselâm” küfrden sakınmış, Allahü teâlâya sığın­mışdır. İsrâ sûresinin seksendördüncü âyetinde meâlen, (Onlara de ki, herkes, yaradılışında bulunanı yapar!) buyuruldu. İslâmiyyetde, islâm küfrden iyi olduğu gibi, hakîkatde de, islâmın küfrden iyi olduğunu bilmek lâzımdır. Çünki islâmiyyet, hakîkatin sûretidir.

Süâl: Evliyâlığın (Cem’) denilen derecelerinde, küfr, cehl ve sekr bulun­duğu gibi, dahâ üstündeki (Fark) denilen derecelerinde, islâm, sahv ve ma’rifet vardır. Böyle olunca, küfr, sekr ve cehl, vilâyet derecelerinde bu­lunur demek nasıl olur?

Cevâb: Fark derecelerinde bulunan sahv ve benzerleri, cem’ derecelerin­deki koyu sekre göre olan sahvdır. Oradaki sahv, sekr ile karışıkdır. Orada­ki islâm da, küfr ile karışıkdır. Ma’rifet de, cehl ile bulanmışdır. Eğer yazı­labilseydi, fark derecelerindeki hâlleri, ma’rifetleri uzun uzadıya bildirir, o mertebede sekr ve benzerlerinin karışmış olduklarını açıklardım. Zekî olanlar, böyle olduğunu, düşünerek de anlıyabilirler. Şaşılır, doğrusu çok şa­şılır! Şu kadar bilmek lâzımdır ki, Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vettes­lîmât” bütün o büyüklüklerini ve üstünlüklerini, Peygamberlik yolunda buldular. Vilâyet yolunda değil! Evliyâlık, Peygamberliğin hizmetcisinden başka birşey değildir. Evliyâlık, Peygamberlikden üstün olsaydı, melekle­rin yüksek olanlarında Evliyâlık, başka vilâyetlerden üstün olduğu için, Pey­gamberlerden “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” dahâ yüksek olurlardı.

Evliyâlığı Peygamberlikden dahâ üstün bilenlerden birçoğu, meleklerin yükseklerindeki vilâyetin, Peygamberlerdeki vilâyetden dahâ üstün ol­duğunu görerek, (Meleklerin yüksekleri, Peygamberlerden dahâ üstündür) dediler. Böylece Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahmetullahi aleyhim ecma’în” çoğunlukla bildirdikleri yoldan ayrıldılar. Bu yanlışlıkları, hep Peygamber­liği anlıyamamakdandır.

Peygamberlik zemânı uzaklaşdığı için, şimdi herkes Peygamberlik de­recelerini, Evliyâlık derecelerinden aşağı sanıyorlar. Bunun için, bunun üze­rinde sözü uzatdım. İşin içyüzünü biraz aydınlatmış oldum. Yâ Rabbî! Günâhlarımızı afv eyle. Ayaklarımızı doğru yolda bulundur! Kâfirlere karşı savaşırken bize yardımcı ol! Âmîn. Kıymetli kardeşim meyân şeyh Dâ­vüd, yanınıza geliyordu. Bu yazılara sebeb oldu. Vesselâm.