314 251-Mektub

Eğer hazret-i Emîr “radıyallahü anh” ile muhârebe edenlere kâ­fir veyâ fâsık denirse, dîn-i islâmın yarısı yıkılır. Zîrâ dîn-i islâmı dünyâya yayan, bizlere bildiren onlardır. O hâlde, onları ancak zındık, ya’nî dîn-i is­lâmı yıkmak için uğraşan kimse kötüler. O muhârebelerin, karışıklıkların ortaya çıkması hazret-i Osmânın “radıyallahü anh” şehâdeti ile başladı. Kâ­tillerden kısâs istenmesi ile başladı. Talha ile Zübeyr “radıyallahü anhümâ” kısâs gecikdiği için Medîne-i münevvereden çıkdılar. Âişe “radıyallahü an­hâ” de bu işde bunlarla berâberdi. Cemel muhârebesi, hazret-i Osmânın “ra­dıyallahü anh” kâtillerine kısâs yapılmasının gecikdiği için oldu. Bu muhâ­rebelerde onüçbin kişi ve Talha ile Zübeyr “radıyallahü anhümâ” da öldü­rüldü. Mu’âviye “radıyallahü anh” sonradan Şâmdan işe karışdı, bunlarla birleşdi. Sıffîn muhârebesi yapıldı. İmâm-ı Gazâlî diyor ki, bu muhârebe­ler halîfe olmak için değildi. Hazret-i Emîrin “radıyallahü anh” hilâfeti baş­langıcında, kâtillere kısâs yapılması içindi. Allâme İbni Hacer-i Mekkî hazretleri de, (Ehl-i sünnet böyle buyuruyor) diyor. Hanefî âlimlerinin bü­yüklerinden olan Ebû Şekûr-i Sülemî “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Hazret-i Mu’âviyenin hazret-i Emîr ile muhârebesi hilâfet için idi “radı­yallahü anhümâ”. Çünki, Peygamber “aleyhissalâtü vesselâm” ona, (İnsan­ların başına geçdiğin zemân, onlara yumuşak davran!) buyurmuşdu. Bunu işitdiği günden beri içinde hilâfet arzûsu uyanmışdı. Fekat, ictihâdında hatâ etmişdi. Hazret-i Emîrin “radıyallahü anh” ictihâdı doğru idi. Çünki, onun hilâfeti zemânı, hazret-i Emîrin “radıyallahü anhümâ” hilâfetinden sonra idi. Bundan anlaşılıyor ki, karışıklığın başlaması kısâsın gecikmesi idi. Sonradan halîfe olmak fikri de, ortaya çıkdı. Her ne olursa olsun, ictihâd yerinde idi. Hatâ eden bir derece, doğru olan iki derece sevâb kazandı. Bu işde, bize düşen en iyi yol, Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sel­lem” Eshâbının “radıyallahü anhüm” kavgalarına karışmamalıyız. Bunla­rı konuşmamalıyız. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyuru­yor ki, (Eshâbım “rıdvânullahi aleyhim ecma’în” arasında olan işlere ka­rışmayınız!) Yine buyurdu ki, (Eshâbım “aleyhimürrıdvân” konuşulur­ken dilinizi tutunuz!) ve bir hadîs-i şerîfde, (Eshâbım için Allahü teâlâdan korkunuz, Eshâbım için dil uzatmayınız!) buyuruldu.)

İmâm-ı Muhammed Şâfi’î “radıyallahü anh” diyor ki: (Allahü teâlâ, el­lerimizi o kanlara bulaşdırmadığı gibi, biz de, dilimizi karışdırmıyalım). Bun­dan anlaşılıyor ki, onlara hatâ etdi demek bile câiz değildir. Hepsi için hep iyi ve hayrlı söylememiz lâzımdır.

Evet, alçak Yezîd inâdcı ve fâsık idi. Ona da la’net edilmemesi, Ehl-i sün­netin, kâfir bile olsa bir kişiye la’nete izn vermediği içindir. Ancak kâfir ola­rak öldüğü bilinen kimseye la’net câizdir demişlerdir. Ebû Leheb ve eşi gi­bi. Yoksa Yezîde la’net edilmemeli, demek değildir. Allahü teâlâyı ve Onun Resûlünü “sallallahü aleyhi ve sellem” incitenlere dünyâda ve âhı­retde, Allah la’net eylesin! 

Zemânımızda birçok kimse, hilâfet mes’elesini dillerine dolamışlar. Sözü evirip çevirip Eshâb-ı kirâm arasındaki muhârebelere getiriyorlar. Câ­hillerin yazdığı târîhleri okuyarak ve bid’at sâhiblerinin yalanlarına inana­rak, Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” çoğunu kötülüyorlar. Onlara lâ­yık olmıyan şeylerle lekeliyorlar. Onun için, bu bakımdan bildiğim hakîkat­leri yazarak dostlarıma göndermeği lüzûmlu gördüm. Peygamberimiz “sal­lallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: (Ortalık karışıp, yalanlar yayılıp, dinden olmıyan şeyler ortaya çıkınca, âdetler, ibâdetlere karışdırılır ve Eshâbıma “aleyhimürrıdvân” dil uzatılınca, doğruyu bilenler, herkese bil­dirsin! Allahü teâlânın ve meleklerin ve bütün insanların la’neti, doğruyu bilip de, gücü yetdiği hâlde, bildirmiyenlere olsun! Allahü teâlâ, böyle âlimlerin ne farzlarını, ne de başka ibâdetlerini kabûl etmez.)

Allahü teâlâya ne kadar hamd etsek azdır ki, zemânımızın âlimleri “rahmetullahi aleyhim” hanefî mezhebindendir ve Ehl-i sünnetdir. Yoksa iş, müslimânlara çok güç olurdu. Bu büyük ni’mete şükr etmek her müsli­mâna lâzımdır.

[Her müslimânın, Ehl-i sünnet i’tikâdını öğrenip, îmânını ona göre düzeltmesi, şunun bunun sözüne ve uydurma kitâblara aldanıp da, doğru yoldan kaymamağa çalışması lâzımdır. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâbları­nı bırakıp da, dînini, îmânını, din düşmanlarının hîleler ile, yalancı, okşa­yıcı kelimeler ile yazdığı kitâblardan ve mecmû’alardan öğrenmeğe kal­kışmak, kendini Cehenneme atmakdır]. Ehl-i sünnet vel-cemâ’at âlimle­rinin sözlerini bildiren kitâbları okuyup, onlara uymakdan başka kurtuluş yolu yokdur. [Bunun için de, (Se’âdet-i Ebediyye) ve (İslâm Ahlâkı) ve (Es­hâb-ı Kirâm) ve (Hak Sözün Vesîkaları) ve (Fâideli Bilgiler) kitâblarını okumağı tavsiye ederiz.]