501 312-Mektub

işitdiği birkaç sözü ilm sanan, boş câhillerden, el­bette dahâ iyi tanır ve anlarlardı. Doğrusunu, iğrisini, değişmiş olanını, değişdirilmemiş olanlarını, bizden dahâ iyi ayırd ederlerdi. Bu hadîs-i şe­rîflere uymamak lâzım olduğunu bildirmelerinin, elbette bir sebebi, da­yandıkları kuvvetli vesîkaları mevcûddur. Bilgisi ve görüşü onlardan az olan bizler, şu kadar anlıyoruz ki, işâretin ve parmağı bükmenin nasıl ola­cağını bildiren çeşidli hadîs-i şerîfler vardır ve birbirlerine uymamakda­dırlar. Bu çeşidli haberlerin birbirlerine uymaması, işâretin yapılması için, kesin birşey söylemeği güçleşdirmişdir. Ba’zı haberler, parmakları yum­ruk hâline bükmeden işâret edileceğini, ba’zıları bükerek edileceğini bildirmekdedir. İşâretin, parmakları bükerek yapılacağını bildirenlerden bir kısmı, parmaklar [(Halebî-i Sagîr) kitâbında, parmak işâretleri ile sa­yıları göstermek için kullanılan şeklleri açıkca anlatdığı üzere] elliüç ra­kamı şeklinde, bazıları da yirmiüç rakamı şeklinde büker diye bildirmek­dedirler. Ba’zı haberler, sağ iki küçük parmağı kapayıp ve baş parmağı or­ta parmakla halka yapıp, şehâdet parmağı ile işâret edilir diyor. Bir ha­bere göre, yalnız baş parmak, orta parmağın üzerine koyup işâret edilir. Başka bir haberde, sağ eli, sol el ve bileği, bilek üzerine ve kolu, kol üze­rine koyup, işâret edileceği bildiriliyor. Ba’zı haberlerde, bütün par­makları kapatarak işâret olunması, ba’zılarında ise, şehâdet parmağı kı­mıldatılmadan işâret edilmesi buyurulmakdadır. Bunlardan başka, tehıy­yâtda işâret olur deyip yeri kesin bildirilmemekde, ba’zı haberlerde, şe­hâdet kelimesi okunurken işâret olunur denilmekdedir. Ba’zı rivâyetler­de ise, otururken düâ zemânında, (Ey Kalbleri istediği gibi çeviren Al­lahım! Benim kalbimi, kendi dînin üzerinde bulundur!) denir ve bunu söy­lerken, parmakla işâret olunur buyurulmuşdur.

Hanefî mezhebinin âlimleri, işâret için bildirilen hadîs-i şerîflerin çok ve başka başka olduğunu görünce, nemâz hakkındaki kesin ve açık emrlere uygun olmıyan, fazla bir hareketin yapılmamasını söylediler. Çünki nemâz­da esâs, fazla hareketden sakınmak ve olgun bir şeklde bulunmakdır. Bun­dan başka, bütün âlimler, sözbirliği ile haber vermişdir ki, parmakları, gücü yetdiği kadar, kıbleye karşı bulundurmak sünnetdir. (Nemâzda, her uzvunu, gücün yetdiği kadar, kıbleye karşı bulundur!) hadîs-i şerîfi, bunu açıkça emr etmekdedir.

Eğer sorulursa: (Hadîs-i şerîflerin, başka başka bildirilmesi, ancak ara­ları birleşdirilemediği zemân, işi güçleşdirir. Hâlbuki, işâreti bildiren ha-dîs-i şerîflerden müşterek bir emr çıkarılabilir. Çünki, çeşidli hadîs-i şerîf­ler, başka başka zemânlarda duyulup, haber verilmiş olabilir). Cevâb ola­rak deriz ki, haberlerin çoğunda (kâne=idi) kelimesi vardır ki, bu kelime mantıkdan başka ilmlerde (kül=hep) ma’nâsınadır. Bunun için, bu çeşid­li haberler birleşdirilemez.

İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe, (Sözüme uymıyan hadîs-i şerîf öğrenirseniz, benim sözümü bırakıp, hadîs-i şerîfe uyunuz!) buyurdu ise de, bu sözü, ken­di işitmemiş olduğu hadîs-i şerîfler içindir. İşitmemiş olduğum bir hadîs-i şe­rîfe uymıyan sözümü bırakın demişdir. Hâlbuki, işâret hakkındaki hadîs-i şerîfler, böyle olmayıp, meşhûr olmuş, yayılmışdır. İmâm-ı a’zam bunları, belki duymamışdır denilemez.