251 210-Mektub

210
İKİYÜZONUNCU MEKTÛB

Bu mektûb, mevlânâ Şekîb-i İsfehânîye yazılmışdır. (Nefehât) kitâbın­daki bir yazıyı açıklamakda ve nasîhat vermekdedir:

Bu fakîre “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” lutf ederek gönderdiğiniz şerefli mektûbunuzu okumakla sevindik. Selâmetde olunuz. Bu yolun bü­yüklerini seviniz. Bu sevgi, ömrünüzün sermâyesi olsun. Kıyâmet günü bu fakîrlerin sevgisi ile diriliniz. Fakîrlikle övünen ve fakîrliği, zenginlikden üstün tutan büyük Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” hurmeti için, Allahü teâlâ, düâmı kabûl buyursun. İhsân buyurarak, (Nefehât) kitâbın­daki şeyh İbni Sekîne “kuddise sirruh” hazretlerinin mürîdinin hikâyesi­ni yazıyorsunuz. Şöyle ki, birgün, gusl abdesti almak için Dicle nehrine dal-mışdı. Başını sudan çıkarınca, kendini Nil nehrinde buldu. Mısra geldi. Bu­rada evlendi. Oğulları oldu. Yedi sene sonra, gusl abdesti almak için Nil neh­rine daldı. Başını çıkarınca, kendini Dicle nehrinde buldu. Evvelce, Dicle­ye giderken, Dicle kenârına koymuş olduğu elbiselerini, koyduğu gibi buldu. Bunları giydi. Evine geldi. Zevcesi, karşılayıp, müsâfirlerin için is­tediğin yemekleri hâzırladım dedi.

Yavrum! Bu hikâyenin güç gelen yeri, yıllarca yapılacak şeylerin, bir ân­da yapılması değildir. Çünki, böyle şeyler çok görülmüşdür. Peygamberle­rin sonuncusu Muhammed “aleyhisselâm”, mi’râc gecesi göklere gidip, bin­lerle senelik yolları geçdikden sonra, geriye gelince, yatmış olduğu yerin dahâ soğumamış olduğunu, abdestde ibrikden akan suyun dalgalarının durmadığını gördü. (Nefehât) kitâbında da, bu hikâyenin sonunda bildiril­diği gibi, Allahü teâlâ, zemânı genişletmekdedir. Bu hikâyenin güç olan ye­ri, Bağdâdda bir ân olan kısa zemân, Mısrda yedi sene uzamakdadır. Me­selâ Bağdâdda o ân, hicretin üçyüzaltmışıncı yılı ise, Mısrda, o ânda, üçyüz­altmışyedinci yıl olmakdadır. Bu ise akla ve nakle uygun olmıyan birşey­dir. Böyle birşey, bir iki kimse için olabilir. Başka başka şehrler ve başka başka yerler için olacak şey değildir. Bu fakîrin “kaddesallahü teâlâ sirre­hul’azîz” hâtırına şöyle geliyor ki, bu iş uyanık iken olmamışdır. Bir rü’yâ olabilir. Bunu dinleyen kimse, rü’yâ sözünü rü’yet olarak anlamış olabilir. Uykuda olan, uyanık iken olmuş sanılmışdır. Böyle yanlışlıklar, çok görül­mekdedir. Belki rü’yâda görmüş ve rehberine rü’yâda söylemiş, sonra ço­cuklarına anlatmışdır.

Kitâbda, bu hikâyeden sonra, Muhyiddîn-i Arabî “kaddesallahü teâlâ sirrehul’azîz” hazretlerinden haber verdiği hikâye de, bunun gibidir. Her­şeyin doğrusunu Allahü teâlâ bilir.