088 52-Mektub

52
ELLİİKİNCİ MEKTÛB

Bu mektûb, yine seyyid şeyh Ferîde yazılmışdır. Nefs-i emmârenin kö­tülüğünü ve ona mahsûs hastalığı ve ilâcını bildirmekdedir:

Merhamet ederek, düâcılarınıza ikrâm eylediğiniz mubârek mektûbu okuyarak şereflendik. Allahü teâlâ, büyük ceddiniz “aleyhisselâm” hurme­tine, ecrinizi çok, derecenizi yüksek, ilm kaynağı olan göğsünüzü geniş ve işlerinizi kolay eylesin! Allahü teâlâ, zâhirimizi ve bâtınımızı, Onun yolun­da bulundursun ve düâmıza âmîn diyenleri afv eylesin! Âmîn. Me’mûrla­rınız arasında, fitne koparmak, fesâd çıkarmak istiyen, bozuk rûhlu kim­seler bulunduğundan şikâyet ediyorsunuz. Kıymetli yavrum! İnsanların nefs-i emmâresi mevkı’ almak, başa geçmek sevdâsındadır. Onun bütün ar­zûsu, şef olmak, herkesin, kendisine boyun bükmesidir. Kendinin kimse­ye muhtâc olmasını, başkasının emri altına girmesini istemez. Nefsin bu ar­zûları, ilah olmak, ma’bûd olmak, herkesin kendine tapınmasını istemek demekdir. Allahü teâlâya şerîk, ortak olmağı istemekdir. Hattâ nefs, o ka­dar alçakdır ki, ortaklığa râzı olmayıp, âmir, hâkim, yalnız kendi olsun, her­şey, yalnız onun emri ile olsun ister. Hadîs-i kudsîde, Allahü teâlâ buyu­ruyor ki: (Nefsine düşmanlık et! Çünki nefsin, benim düşmanımdır). De­mek oluyor ki, nefsi kuvvetlendirmek, onun, mal, mevkı’, rütbe, herkesin üstünde olmak, herkesi aşağı görmek gibi isteklerini yapmak, Allahü te­âlânın bu düşmanına yardım ve onu kuvvetlendirmek olur ki, bunun ne ka­dar fecî’, korkunç bir suç olduğunu anlamalıdır. Allahü teâlâ, hadîs-i kud­sîde buyuruyor ki: (Büyüklük, üstünlük, bana mahsûsdur. Bu ikisinde, bana ortak olmak isteyen, büyük düşmanımdır. Hiç acımadan, onu Cehen­nem ateşine atarım). [Görülüyor ki, mal, mevkı’, rütbe, kumandanlık, şeflik gibi dünyâ zînetlerini, nefse uyarak değil, Allahü teâlânın emrleri­ni yapmak ve yapdırmak için ve millete, müslimânlara hizmet etmek için istemelidir. Bu niyyet ile istemek ve bunları yapmak ibâdet olur.]

Allahü teâlânın dünyâya düşman olması, dünyânın bu kadar alçak olma­sı, nefsi isteklerine kavuşdurduğu, nefsi kuvvetlendirdiği içindir. Allahü te­âlânın düşmanı olan nefse yardım eden de, elbette Allahın düşmanı olur.

Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, fakîrlikle öğünmüşdür. Çün­ki, fakîrlik, nefsin isteklerini yapdırmaz. Onu dinlemez. Burnunu kırar. Pey­gamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” gönderilmesi ve islâmiyye­tin emrleri, yasakları, [ya’nî ahkâm-ı islâmiyye] hep, nefsi kırmak, ezmek içindir. Onun taşkınca isteklerini önlemek içindir. İslâmiyyete uyuldukça, nefsin istekleri azalır. Bunun içindir ki, islâmiyyetin bir emrini yapmak, nef­sin isteklerini yok etmekde, kendi düşüncesi ile yapılan binlerle senelik ri­yâzet ve mücâhededen dahâ kuvvetli te’sîr etmekdedir.

[(Riyâzet), nefsin isteklerini yapmamak, (Mücâhede), nefsle uğraş­makdır. Nefsin istemediği şeyleri yapmakdır]. Hattâ islâmiyyete uygun olmıyan riyâzet ve mücâhedeler nefsin isteklerini artdırır. Onu azdırır. Hindistândaki Berehmen papasları ve cûkiyye ismindeki sihrbâzlar, riyâ­zet ve mücâhedede çok ileri gitmiş, fekat hiç fâidesi olmamışdır. Hattâ nefs­lerinin kuvvetlenmesine, azmasına sebeb olmuşdur.

[Hindistândaki dinsizler, dört rûhânî sınıfdan en üstününe, Berehmen derler ki, Berehmânî mezhebinin reîsi demekdir. Cûki, hind kâfirlerinin der­vîşlerine verilen ismdir].

Meselâ, islâmiyyetin emr etdiği zekâtdan bir kuruşu, islâmiyyetin gös­terdiği yere vermek, kendiliğinden, binlerce altın sadaka vermekden, hay­rât yapmakdan, katkat ziyâde, nefsi tahrîb eder. İslâmiyyet emr etdiği için, bayram günü, oruc tutmayıp yiyip içmek, kendiliğinden, senelerle oruc tutmakdan dahâ fâidelidir. İki rek’at sabâh nemâzını cemâ’at ile kıl­mak sünnetdir. Bu sünneti yapmak, gece sabâha kadar, nâfile nemâz kıla­rak, sabâh nemâzını cemâ’atsiz kılmakdan dahâ iyidir.

Hulâsa, nefs temizlenmedikçe ve şeflik, üstünlük hulyâsından kurtulma­dıkça, felâketden kurtulmak imkânsızdır. Sonsuz ölüme gitmeden önce, nef­si bu hastalıklardan kurtarmağı düşünmek lâzımdır. Mubârek (Lâ ilâhe il­lallah) sözü, insanın içindeki ve dışındaki, bütün yalancı ma’bûdları koğ­duğu için, nefsi temizlemekde, en fâideli, en te’sîrli ilâcdır. Tesavvuf büyük­leri, nefsi tezkiye etmek için, bunu söylemeği seçmişlerdir. Fârisî beyt ter­cemesi:

(Lâ) süpürgesi ile, yolu temizlemezsen, (İllallah) serâyına varamazsın!

Nefs, yoldan çıkıp, inâda başlarsa, bu kelimeyi söyliyerek îmânı tâzele­melidir. Peygamberimiz “aleyhissalâtü vesselâm” (Lâ ilâhe illallah diyerek îmânınızı yenileyiniz!) buyurdu. Bunu her zemân söylemek lâzımdır. Çün­ki, nefs-i emmâre, her zemân pisdir. Bu güzel tevhîd kelimesinin fazîletle­rini, şu hadîs-i şerîf bildiriyor: (Yerleri ve gökleri, terâzînin bir kefesine, bu kelime-i tevhîdi, ikinci kefesine koysalar, bu kelimenin bulunduğu kefe, el­bette ağır gelir).

Her ne varsa güzel, Onu anmakdan başka, Hepsi câna zehrdir, şeker dahî olsa!