484 302-Mektub

Herkes bilir ki, aslın kimyâ­sı, ya’nî kıymetli maddesi çok olan filizinden, bu maddeyi elde etmek, ko­lay bir iş ile ve çabuk hâsıl olur. Kıymetli maddesi az olan bir filizin işlen­mesinde sıkıntılar ve güclükler artar. Kıymetli maddeye kavuşmak için, bü­tün bir ömür elden gider, yine de kavuşamaz. Şöyle böyle ele geçenler de, kıymetli maddeye benziyebilir. Çok olur ki, benzeyiş de, zemânla yok ola­rak, kendi aslına döner. Yalancılık ve adam aldatmak olur. Madde filizinin aslına kavuşan, böyle değildir. Maddeye kolay işle ve çabuk kavuşduğu gi­bi, yalancılık ve aldatmak tehlükesi de yokdur.

Bu yolun sâliklerinden birçoğu, güc riyâzetler ve ağır mücâhedeler çe­kerek, zıllerden bir zılle kavuşdukları zemân, güc riyâzetler ve ağır mücâ­hedelerle aranılana kavuşulur diyorlar. Bundan dahâ kısa, başka bir yolun bulunduğu ve nihâyetin nihâyetine kavuşdurduğunu bilmiyorlar. Allahü te­âlâ ihsân ve ikrâm ederek seçdiği kulunu bu yolla kavuşdurur. Onun için bu yola (İctibâ) yolu denir. Onların seçdikleri ve mücâhede çekdikleri yola (İnâbe) yolu denir. İnâbe yolundan kavuşanlar pekazdır. İctibâ yolun­dan kavuşanlar pek çokdur. Peygamberlerin hepsi “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, İctibâ yolundan gitdiler. Peygamberlerin Eshâbı da, onlara uy­dukları için, vâris olarak, ictibâ yolu ile vâsıl oldular. İctibâ yolunda riyâ­zetler çekmek, kavuşmak ni’metine şükr etmek içindir. Resûlullah “sallal­lahü aleyhi ve sellem” efendimize birisi sordu: (Geçmişdeki ve gelecekde­ki günâhlarınızın hepsi afv ve magfiret olunmuş iken, niçin bu kadar riyâ­zetler çekiyorsunuz?) Cevâbında: (Şükr edici kul olmayayım mı?) buyur­du. İnâbet yolunda gidenlerin mücâhedeleri ise, kavuşabilmek içindir. Aralarındaki farkı düşününüz! (İctibâ yolu), çekip götürmek yoludur. (İnâbet yolu) ise, gitmek yoludur. Götürmek ile gitmek arasındaki fark, pek büyükdür. Çabuk çekerler ve çok uzaklara kavuşdururlar. Yavaş giderler ve yolda kalırlar. Behâüddîn-i Buhârî “kuddise sirruh” hazretleri, (Biz ihsân olunmuşlardanız!) buyurdu. Evet, ihsân edilmemiş olsa, başkalarının nihâyeti, bunların bidâyetinde nasıl yerleşdirilmiş olur? Bu, Allahü teâlâ­nın öyle bir ihsânıdır ki, dilediğine verir. Allahü teâlâ, büyük ihsân sâhibi­dir.

Yine sözümüze dönelim. Bu fakîr, yüksek hocama “kuddise sirruhümâ” yazdığım mektûblardan birinde, bütün istediklerim ortadan kalkmışdır. Fe­kat, isteğin kendisi dahâ yerindedir, demişdim. Bir zemân sonra, bu iste­ğin de, istenilen şeyler gibi yok olduğunu bildirmişdim. Hak teâlâ, Peygam­berlerine vâris yapmakla şereflendirince “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” irâdenin kötü şeylere bağlanmasının yok olduğunu anladım. İrâdenin ken­disi yok olmamışdı. İrâdenin kötü şeylere bağlanmasının yok olması için ön­ce kendisinin yok olması lâzım gelmez. Çok olur ki, yalnız Allahü teâlânın lutfü ve ihsânı ile öyle şeylere kavuşulur ki, uğraşmakla ve sıkıntılar çek­mekle, bunun onda biri elde edilemez.

Oğlum! Vilâyet makâmında, dünyâdan ve âhıretden vaz geçmek lâzım­dır. Âhırete bağlanmağı, dünyâya bağlanmak gibi bilmelidir. Âhıret için çalışmanın, dünyâ için çalışmak gibi iyi olmadığını bilmelidir. İmâm-ı Dâ­vüd-i Tâî buyuruyor ki, (Selâmete kavuşmak istersen, dünyâdan selâmet bul, kurtul! Kıymetlenmek istersen, âhıret için eğilme!).