180 138-Mektub

138

YÜZOTUZSEKİZİNCİ MEKTÛB

Bu mektûb, şeyh Behâeddîn-i Serhendîye yazılmışdır. Alçak dünyâyı kö­tülemekde ve dünyâya düşkün olanlardan kaçınmağı bildirmekdedir:

Akllı oğlum! Allahü teâlânın sevmediği bu dünyânın arkasında koşma­malıdır! Gönlünü hep Allahü teâlâya bağlamak sermâyesini elden kaçır­mamalıdır! Ne satdığını ve buna karşılık neyi aldığını düşünmelidir! Dün­yâyı ele geçirmek için âhıreti vermek ve insanlara yaranmak için Allahü te­âlâyı bırakmak alçaklık ve ahmaklıkdır. Dünyâ ile âhıret birbirinin zıddı­dır, tersidir. İkisinin sevgisi bir kalbde toplanamaz. İkisi bir araya getirile­mez. Arabî mısra’ tercemesi:

Din ve dünyâ bir araya gelirse, güzel olmaz!

Bu iki zıddan dilediğini seç ve seçdiğine karşılık kendini sat, fedâ et! Âhı­ret azâbı sonsuzdur. Dünyâda olanlar çok azdır. Allahü teâlâ, dünyâyı sevmez, âhıreti sever. Arabî beyt tercemesi:

İstediğin gibi yaşa, birgün öleceksin!

İstediğini topla, birgün ayrılacaksın!

Sonunda kadından ve çocuklardan ayrılacaksın. Bunların idâresini Al­lahü teâlâya bırak! Bugün, kendini ölmüş bilmelidir. Onların işlerini Alla­hü teâlâya bırakmalıdır. Tegâbün sûresinin onbeşinci [15] ve Enfâl sûresi­nin yirmisekizinci âyetinde meâlen, (Mallarınız ve çocuklarınız sizlere ke­sin olarak düşmandır. Onlardan sakınınız) buyuruldu. Bunu iyi anlayınız! Tavşan gibi, gözleri açık uyku ne zemâna kadar sürecek! Birgün gelip uyanılacak! Dünyâya düşkün olanlarla arkadaşlık etmek, onlarla görüşmek, öldürücü zehrdir. Bu zehrle öldürülen kimse, sonsuz olarak ölür. (Aklı ola­na bir işâret yetişir) demişlerdir. Biz ise, açıkca ve üzerine düşerek anlatı­yoruz. Bunların yağlı, tatlı yemekleri, kalbin hastalığını artdırır. Kalbin iyi­liği, hastalıkdan kurtulması nasıl düşünülebilir? Sakın! Sakın! Çok sakın! Fârisî beyt tercemesi:

Bildirilmesi lâzım olanı söyledim sana,

Yâ fâidelenirsin, yâ da çarpar kulağına. 

Onlarla görüşmekden, arslandan kaçar gibi, hattâ dahâ çok kaçmalıdır. Arslan insanın yalnız cânını alır. Bu da, âhıretde fâideli olur. Dünyâya düş­kün olanlarla berâber olmak ise, insanı sonsuz felâkete ve zarara sürükler. Onlarla konuşmakdan, onların lokmalarını yemekden ve onları sevmekden ve onları görmekden sakınmalıdır. Sahîh olan hadîs-i şerîfde, (Zengine, zen­ginliği için alçaklık gösterenin dîninin üçde ikisi gider) buyuruldu. Onla­ra karşı yapılan bu alçalmalar ve yaltaklanmalar, onların malları ve makâm­ları için midir, yoksa değil midir? İyi düşünmek lâzımdır. Malları, mevkı’le­ri için olduğunda hiç şübhe yokdur. Bunun sonu da, dînin üçde ikisinin git­mesidir. Artık müslimânlık nerede, kurtuluş nerededir? Yağlı lokmaların ve uygunsuz kimselerle düşüp kalkmanın, bu yavrunun kalbinde va’zları din­lemeğe ve nasîhatleri düşünmeğe yer bırakmadığını bildiğim için, bu kadar ağır ve sıkı yazıyorum. Hafîf sözlerle, yumuşak kelimelerle uyanmayaca­ğını biliyorum. Sakın! Onların sohbetinden sakın! Onları görmekden sakın! Allahü teâlâ yardımcın olsun! Allahü teâlâ, bizi ve sizi, râzı olmadığı, be­ğenmediği şeylerden kurtarsın! Mi’râc gecesi, (Gözleri Allahü teâlâdan ay­rılmadı) diyerek övülen insanların efendisi hurmetine “aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti efdalühâ ve minetteslîmâti ekmelühâ” bu düâmızı kabûl buyursun! Âmîn.