376 266-Mektub

(Savâ’ık-ul-muh­rika) kitâbından aldık. [Bu kitâb, 1404 [m. 1984] ve 1419 [m. 1998] senele­rinde, İstanbulda da basdırılmışdır.]

İmâm-ı Osmânın imâm-ı Alîden “radıyallahü anhümâ” yüksek olduğu­na gelince, Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğu dedi ki: (Şeyhayndan sonra, [ya’nî Ebû Bekrden ve Ömerden sonra], müslimânların yükseği Osmân­dır. Ondan sonra, Alîdir “radıyallahü anhüm”.) Dört mezheb imâmlarımız da, böyle buyurdu. İmâm-ı Mâlik, Osmânın “radıyallahü anh” üstünlüğün­den şübhe etdi, deniliyorsa da, (Şifâ) kitâbının sâhibi Kâdî Iyâd, (Sonra­dan Osmânın “radıyallahü anh” üstün olduğunu söyledi) diyor. İmâm-ı Kur­tubî de, (Doğrusu inşâallah budur) diyor. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin, (Ehl-i sünnetin alâmeti, Şeyhaynın üstünlüğüne inanmak ve iki dâmâdı sev­mekdir) sözünden, iki dâmâddan birini, diğerinden üstün görmediği anla­şılıyor diyenler varsa da, bu fakîrin anladığına göre, İmâmın böyle söyle­mesinin, başka sebebi vardır. Ya’nî, iki dâmâdın “radıyallahü anhümâ” hi­lâfetleri zemânında, müslimânlar arasında karışıklık çıkmış, fitneler baş­lamış olduğundan, kalblerde soğukluk ve kırıklık olduğunu gören İmâm, iki dâmâdı sevmek kelimesini uygun bulmuş ve bunların sevgisine, Ehl-i sünnetin alâmetidir demişdir. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe için Osmânın “radıyallahü anh” dahâ yüksek olduğunda şübheliydi, denilebilir mi? Çünki, Hanefî mezhebindeki âlimlerin kitâbları hep (Üstünlük, hilâfetle­ri sırası iledir), yazısı ile doludur. Hulâsa, Şeyhaynın üstün olduğu kat’îdir. Osmânın, Alîden “radıyallahü anhüm” dahâ üstün olması, bu kadar kat’î değildir. Fekat, Osmânın, hatta Şeyhaynın üstünlüğünü inkâr edenlere kâfir demekden kaçınmalıdır. Bunları bid’at sâhibi ve doğru yoldan ayrıl­mış müslimân bilmelidir. Çünki, âlimlerimizin bir kısmı bunlara kâfir de­memişdir. Bunların hâli, alçak Yezîdin hâline benziyor ki, âlimlerimiz, ne olur ne olmaz diye ona la’nete izn vermemişdir.

Hulefâ-i râşidîni sevmemek yolu ile, Peygamber “sallallahü aleyhi ve sel­lem”i incitmek, imâm-ı Haseni ve Hüseyni “radıyallahü anhümâ” sevme­mek yolu ile incitmek gibidir. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Eshâbımı incitmekde, Allahü teâlâdan korkunuz! Benden son­ra, onları kötü bilmeyiniz. Onları seven, beni sevdiği için sever. Onlara düş­manlık eden, bana düşmanlık etmiş olur. Onları inciten, beni incitir. Beni inciten de, Allahü teâlâya eziyyet etmiş olur ki, buna azâb eder). Ahzâb sû­resi, elliyedinci âyetinde meâlen, (Allahü teâlâya ve Onun Peygamberine “sallallahü aleyhi ve sellem” eziyyet edenlere dünyâda ve âhıretde la’net olsun!) buyuruldu. Büyük islâm âlimi, Sa’deddîn-i Teftâzânî (Akâid-i Ne­sefiyye) şerhinde, (Bu üstünlük sırasında insâf etmelidir) diyorsa da, onun bu sözü, insâfsızdır ve şübhe etmesi yersizdir. Çünki büyüklerimiz diyor ki, burada üstünlük demek, sevâbları dahâ çok demekdir. İyilikleri, doğruluk­ları ile, herkese fâideli olmasının çokluğu demek değildir. Aklı olan, bun­lara kıymet vermez. Sahâbe-i kirâm ve Tâbi’în-i ızâm, bize imâm-ı Alînin “radıyallahü anh” iyiliklerini gösteren, o kadar hâller ve hâdiseler bildiri­yor ki, başka hiçbir Sahâbîden bu kadar bildirmediler. Bununla berâber, yi­ne onlar, üç halîfenin dahâ yüksek olduğunu bildirmişdir. Görülüyor ki, üs­tün olmağa sebeb, fazîletlerin, menkıbelerin çok olması değildir. Üstünlük başka sebebden ileri gelmekdedir.