117 73-Mektub

Hâlbuki, Muhbir-i sâdık, kurtuluş yolunu da, göstermekdedir. O hâlde, Muhbir-i sâdıkın sözlerine, bir yalancının sözleri kadar kıymet ver­memek, nasıl bir îmândır? Îmânım var demek, müslimânım demek, insa­nı kurtarmaz. Kalbin inanması, yakîn hâsıl etmesi lâzımdır. Hâlbuki, yakîn nerede? Zan bile yok. Belki vehm bile değil. Çünki, tehlükeli zemânlarda vehm edilen şeye karşı da, tedbîr almak, akl îcâbıdır.

Hucürât sûresi, onsekizinci âyetinde meâlen, (Allahü teâlâ, yapdıkları­nızı hep görmekdedir) buyurulduğu hâlde, harâmları, yapıyorlar. Hâlbu­ki, herhangi bayağı bir kimse, bu çirkin işleri görecek olsa, belki görmek ihtimâli olsa, yapmakdan vazgeçerler. Bu hâlin iki sebebi olabilir: Yâ, Al­lahü teâlânın verdiği habere inanmıyorlar. Yâhud da, Allahü teâlânın gör­mesine ehemmiyyet vermiyorlar. Harâmları, bu iki sebeb ile işlemek, îmâ­nı mı gösterir, kâfir olmağı mı gösterir?

Yavrum, yeniden îmânını tâzelemelisin! Peygamberimiz “aleyhissalâtü vesselâm” buyurdu ki, (Lâ ilâhe illallah, diyerek, îmânınızı yenileyiniz!) Son­ra, Allahü teâlânın râzı olmadığı işlerinden tevbe etmelisin. Yasak etdiği, harâm eylediği şeylerden sakınmalısın. Beş vakt nemâzı cemâ’at ile kılma­lısın. Gece nemâz kılabilirsen, teheccüde kalkabilirsen, büyük se’âdet olur.

[Cum’a, Arefe, Bayram, Kadr, Berât, Mi’râc, Aşûre, Mevlid ve Regâ­ib gecelerinde ibâdet etmek çok sevâbdır. Mevlânâ Muhammed Rebhâmî “rahmetullahi aleyh” (Rıyâd-un-nâsıhîn) kitâbının, Hind basması, yüz­yetmişikinci sahîfesinde buyuruyor ki, büyük islâm âlimi, imâm-ı Nevevî “rahmetullahi aleyh”, (Ezkâr) kitâbında buyuruyor ki, gecenin oniki kıs­mından bir kısmını (ya’nî bir sâat kadar) ihyâ etmek, ya’nî okumak, kılmak, düâ etmek, bütün geceyi ihyâ etmek olur. Yaz ve kış geceleri için hep böy­ledir. (İbni Âbidîn)in dörtyüzaltmışbirinci (461) sahîfesindeki yazıdan da, böyle olduğu anlaşılmakdadır. (Hakâyık-ı manzûme)de diyor ki, (fıkh ki­tâblarında, sâat demek, bir mikdâr zemân demekdir. Nevevî, şâfi’î mezhe­binde müctehiddir. Hanefîlerin de, geceleri, böyle ihyâ etmeleri uygun olur). (Hakâyık-i manzûme) kitâbı, Mahmûd-i Buhârînin olup iki cilddir ve (Manzûme-i Nesefî)nin şerhidir. Kıymetli fıkh kitâbıdır. Mahmûd-i Bu­hârî, 671 [m. 1271] senesinde, Buhârâda vefât etmişdir.]

Zekât vermek de, islâmın beş şartından biridir. Zekât vermek elbette lâ­zımdır. [Birçok kitâblar, meselâ Murâd Molla kütübhânesinde, (1113) nu­maralı (Surre-tül-fetâvâ) kitâbı ondördüncü sahîfesinde, (Zekât vermek lâ­zım olup da, (o sene vermeyip), özrsüz gecikdiren günâha girer ve şehâde­ti kabûl olmaz) buyurmakdadır.] Zekâtı kolayca verebilmek için, altından ve gümüşden ve ticâret eşyâsından, fakîrlerin hakkı olan kırkda biri, sene­de bir kerre [meselâ her Ramezân-ı şerîf ayında] zekât niyyeti ile ayrılıp, saklanır. Bütün sene içinde, istediği zemân, zekât vermesi câiz olanlardan, dilediğine verir. Her verişde, ayrıca zekât için, niyyet etmeğe lüzûm yok­dur. Ayırırken, bir kerre niyyet etmek yetişir. Herkes, fakîrlere ve zekât­dan hakkı olanlara, bir senede ne kadar vereceğini bilir. Buna göre zekâ­tından ayırıp saklar. Ayırırken, niyyet etmezse, fakîrlere verdikleri zekât olmaz. [Nâfile sadaka olur.] İşte böylece, hem zekât verilmiş olur, hem de, her zemân muhtâclara yapdığı yardım, yerini bulur.