303 245-Mektub

245
İKİYÜZKIRKBEŞİNCİ MEKTÛB

Bu mektûb, Seyyid Enbiyâya yazılmışdır. Zikri, Fenâ ve Bekâyı ve Ebû Alî Sînâyı bildirmekdedir:

Allahü teâlâya hamd ve yüce Peygamberine “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” salât ve selâm olsun! Size ve bütün müslimânlara düâ ederim. Gönderdiğiniz kıymetli mektûb geldi. Bizleri sevindirdi. Nefyü isbât zik­rinin yirmibire ulaşdığını, fekat devâm hâsıl olmadığını, ara sıra şü’ûrsuz­luk olduğunu yazıyorsunuz.

Sevgili yavrum! Zikr etmenin şartlarından bir şart eksik olmalıdır ki, o sayıya çıkdığınız hâlde bir te’sîri görülememişdir. Görüşdüğümüz zemân hâ­tırlatınız da uzun anlatırım, İnşâallahü teâlâ.

Süâl: Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” işini sona getirdikden sonra, (Zikr söylemek laklakadır. Ya’nî fâidesizdir. Kalb ile zikr etmek vesvese­dir. Ya’nî fâidesiz düşüncedir. Rûhun zikr yapması, şirk olur. Sır denilen la­tîfenin zikri de küfrdür) buyurdu. Bu söz ne demekdir?

Cevâb: Zikrde, bir zikr eden, bir de zikr olunan vardır. Hangi zikr olur­sa olsun, zikr edenin ve zikrin zikr olunanda yok olmaları için yapılır. Ya’nî zikr eden ve zikr yok olacaklar, yalnız, zikr olunan kalacakdır. Bunun için, zikre laklaka, vesvese, şirk ve küfr buyurmuşdur. Fârisî iki beyt tercemesi:

Dostdan seni geri bırakmasın,

o şey, küfr veyâ îmân olsa da,

seni bu yolda oyalamasın,

hiçbirşey, mâh-i cihân olsa da!

Zikre böyle çirkin ismler verilmesi, Fenâ ve Bekâ hâsıl olmadan önce­dir. Çünki, Fenâ ve Bekâ hâsıl oldukdan sonra, zâkirin varlığı ve zikr etme­si, hiç çirkin değildir. Bu sözümüzde, anlaşılamayan yer kaldı ise, buluşdu­ğumuz zemân, yine sorunuz. Çünki, mektûbla bundan fazlası açıklana­maz. Şunu da bildirelim ki, bu sözü, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü anh” hazretlerinin söylediğini ve hele işini sona erdirdikden sonra söylediğini san­mak doğru birşey değildir.

Süâl: Şeyh Ebû Saîd-i Ebül-hayr, Allahü teâlâya kavuşduran bir vâsıta bildirmesini Ebû Alî Sînâdan istedi. İbni Sînâ da, (Görünüşde müslimân ol­mağı bırak. Tâm kâfir ol) dedi. Şeyh hazretleri, Aynülkudât-ı Hemedânî­ye yazarak, (Bir sene ibâdet etseydim, ibni Sînânın sözünden etdiğim isti­fâdeyi elde edemezdim) dedi. Aynül-kudât da buna, (Eğer anlamasaydın, o zevallı gibi kötülenir ve ayblanırdın) diye cevâb yazdı. Bunun açıklama­sını istiyorsunuz?

Cevâb: Tam veyâ hakîkî küfr, ikiliği kaldırmak demekdir. Çokluğun, ya’nî mahlûkların görünmemeleridir. Bu da, Fenâ makâmıdır. Bu makâmın üs­tünde, hakîkî islâm makâmı vardır ki, Bekâ makâmıdır. Küfr-i hakîkî, is­lâm-ı hakîkîden çok aşağı derecedir. İbni Sînâ, kısa görüşlü olduğu için, is­lâm-ı hakîkîye yol göstermedi. Sözün doğrusu şudur ki, onun küfr-i hakî­kîden de haberi yokdur. Bu sözü, ağızlardan alarak, başkalarına uyarak söy­lemiş ve yazmışdır. Onun, görünüşde müslimân olmakdan başka birşeyi yok­dur. Sonunda, felsefe pisliklerinde kalmışdır. İmâm-ı Muhammed Gazâlî “rahmetullahi aleyh”, onun kâfir olduğunu bildiriyor. Doğrusu da, onun fel­sefeye dayanan bilgileri, islâmiyyetin temel bilgilerine uygun değildir. Şu­nu da bildirelim ki, şeyh Ebû Saîd “rahmetullahi aleyh”, Aynül-kudâtdan “kuddise sirruh” çok zemân önce idi. Ona mektûb yazması nasıl olabilir? Anlaşılamıyan yer kaldı ise görüşdüğümüz zemân sorunuz! Vesselâm.