Tesavvufculara ve tarîkatcilere yalnız ma’rifet ve hakâyık-ı Kur’âniyyeyi öğrenmek emr olundu diyorlar. O kadar câhildirler ki, âmirlere, kumandanlara ve devlet adamlarına da yalnız adâlet ve insâf etmeleri emr olundu. Bunlara başka bir ibâdet emr olunmadı diyorlar. İslâmiyyet, ma’rifet elde etmek için lâzımdır. Ma’rifet elde edenlerin islâmiyyete uymalarına lüzûm yokdur diyorlar. Yukarıdaki âyet-i kerîmede yakîn demek, ma’rifetullah demekdir. Sehl bin Abdüllah-i Tüsterî de böyle demişdir diyorlar. Bu âyet-i kerîme, (Allahü teâlânın ma’rifetine kavuşuncaya kadar ibâdet ediniz!) demekdir diyorlar. Ehl-i sünnet âlimlerinden bu âyet-i kerîmedeki yakîne ma’rifetullah diyen olmuş ise de, (Ma’rifetullah elde edinciye kadar, ibâdet zahmeti, güçlüğü bulunur. Sonra bu güçlük kalmaz) demişlerdir. Yoksa, sonra ibâdet etmek kalmaz dememişlerdir. Böyle söylemek, ilhâd, zındıklık olur. Bunlara göre, ârifler, ibâdet yapmakla emr olunmadı. Bunlar, gösteriş için ibâdet ederler. Talebelere, kendilerine uyanlara öğretmek için yaparlar. Yoksa, ibâdet yapmağa, ihtiyâcları yokdur derler. Bu sözlerine herkesi inandırmak için, Ehl-i sünnet âlimlerinin, (Üstâd, münâfık ve mürâî olmadıkca, talebe ondan birşey öğrenemez) sözünü ileri sürerler. Bu zındıkları, Allahü teâlâ yok eylesin! Bilmiyorlar ki, âriflerin ibâdete ihtiyâcları o kadar çokdur ki, câhillerin ihtiyâcı bunun onda biri kadar bile değildir. Çünki ârifler, ibâdet etmekle yükselebilirler. Onların ilerlemeleri, islâmiyyete uymağa bağlıdır. İbâdetlerin câhillere kıyâmetde verilecek olan karşılığına, ârifler bu dünyâda kavuşmakdadır. Bundan dolayı, âriflerin ibâdet yapması dahâ çok lâzımdır. Bunların islâmiyyete uymağa ihtiyâcları dahâ çokdur.
İslâmiyyetin sûreti ve hakîkati vardır. Bu ikisine birlikde din denir. Sûret dediğimiz dînin bilinen emrleri ve yasaklarıdır. Hakîkat de, islâmiyyetin iç yüzüdür. Kabukla özün her biri, islâmiyyetin parçasıdır. Muhkem ve müteşâbihden herbiri, islâmiyyetin kısmlarıdır. Ulemâ-i zâhir, islâmiyyetin yalnız kabuğunu öğrenmişlerdir. Ulemâ-i râsihîn “kaddesallahü esrârehümül’azîz”, islâmiyyetin kabuğunu ve özünü birlikde elde etmişlerdir. Sûret ile hakîkati bir araya getirmişlerdir. İslâmiyyeti bir insana benzetebiliriz. Onun da insan gibi, sûret ve hakîkati vardır. Çok kimseler, onun sûretine tutulmuşlar, hakîkatine, özüne inanmamışlardır. Rehberlerini yalnız doğru yolu gösterici ve kalbi temizleyici olarak bilmişlerdir. Bunlar zâhir âlimleridir.
Birçok kimse de, islâmiyyetin yalnız hakîkatine tutuldular. Fekat, bunu islâmiyyetin hakîkati bilmediler. İslâmiyyet, yalnız sûretdir ve kabukdur dediler. İslâmiyyetden başka bir öz, bir hakîkat vardır dediler. Bununla berâber islâmiyyete tâm uydular. İslâmiyyeti elden bırakmadılar. Sûreti elden kaçırmadılar. İslâmiyyetin bir hükmünü yerine getirmiyene yıkıcı ve sapık dediler. Bunlar, Allahü teâlânın Evliyâsıdır. Allahü teâlânın sevgisine dal-mışlar. Onun mâ-sivâsını unutmuşlardır.
Birçokları da, islâmiyyet sûretle hakîkatin ikisine birlikde denir dedi. Öz ile kabuğun ikisinin de islâmiyyet olduğuna inandı. İslâmiyyetin hakîkatini bırakarak yalnız sûretine sarılmağa kıymet vermediler. Sûret olmadan, yalnız hakîkati elde etmek de tâm olmaz, noksân olur dediler.
4:43 minutes ( 2.18 MB)