172 126-Mektub

126
YÜZYİRMİALTINCI MEKTÛB

Bu mektûb, yine mîr Sâlih Nişâpûrîye yazılmışdır. Tâlibin bâtıl, bozuk ma’bûdlardan kurtulması, hak, doğru ma’bûdü düşünmesi ve hâtırına ge­len herşeyi de kovması bildirilmekdedir:

Mîr Seyyid kardeşim! Tâlib (Lâ ilâhe) derken, kendi içinde ve dışarda olan bütün bozuk ma’bûdları yok etmesi ve (İllallah) derken, hak ma’bûd olarak fikrine, vehmine gelen şeylerin hepsini de nefy etmesi, koğması lâ­zımdır. Hak olan bir ma’bûdün yalnız var olduğunu düşünmeli, bundan baş­ka hâtırına hiçbirşey getirmemelidir. Allahü teâlânın zâtında hiçbirşey ve vücûd ya’nî var olması bile bulunmaz. Onu, vücûdden başka olarak aramak lâzımdır. Ehl-i sünnet âlimleri “Allahü teâlâ onların çalışmalarına bol bol iyilikler versin!” ne güzel söylemişlerdir. Allahü teâlânın vücûdü, zâtından başkadır, buyurmuşlardır. Vücûdü zâtdan başka bilmemek ve vücûdden baş­ka birşeyin varlığına inanmamak, kısa görüşlü olmakdır. Şeyh Alâüddev­le “kaddesallahü sirrehül’azîz”, (Vücûd âleminin üstünde, Melik-il-ve­dûd âlemi vardır) demişdir. Bu fakîri vücûd mertebesinden yukarı götür­düklerinde, çok zemân, o hâlde kalmışdım. Zevk ile, vicdân ile kendimi (Mu’attala fırkası)ndan ya’nî sıfatlara inanmayanlardan sanmışdım. Alla­hü teâlânın vücûd sıfatını bilmedim. Çünki, vücûd sıfatı geride kalmışdı. Zât mertebesinde vücûdun yeri yokdu. O hâldeki îmânım, îmân-ı taklîdî idi. Tahkîkî değildi. Sözün kısası, insanın hâtırına, hayâline gelen herşey de, ken­disi gibi mahlûkdur. Mahlûklarından kendisine doğru hiçbir yol açmayan, yalnız Onu anlamakdan âciz olmak, gücü yetememek yolunu açık bırakan Rabbimizi tesbîh ederiz. O her aybdan, kusûrdan, lekeden uzakdır, temiz­dir. (Fenâ-fillah) ve (Bekâ-billah) denilen mertebelere varmak, mümkin vâ­cib olur demek değildir. Böyle şey olamaz. Böyle şeyin olması, hakîkatle­ri bozmak, birbirine karışdırmak olur. Mahlûk, sonradan yaratılmış olan­lar, vâcib olamayacakları, hep var olamayacakları için, vâcibden mümki­nin eline geçen şey yalnız Onu anlıyamamakdır. Fârisî beyt tercemesi:

Ankâ avlanılmaz, tuzağı topla! Tuzağa giren, olur yalnız hava.

Çok yüksekleri arayan tâlib, kavuşulamayacak, adı ve nişânı bulunama­yacak bir varlığı arar. Birçokları ise, kendilerinden başka olmayan varlığı aramakda, ona yaklaşmağa, berâber olmağa uğraşmakdadır. Fârisî mısra’ tercemesi:

Onlar büyüklerdir, ben de böyleyim yâ Rab!

Geçmişiniz ve geleceğiniz hayrlı olsun!

Azıcık müslimânlığı et merak, Din büyüklerinin sözüne bir bak!

Okusan, anlarsın sen de, o zemân, Ne diyor Muhammed aleyhisselâm?