487/488 304-Mektub

304
ÜÇYÜZDÖRDÜNCÜ MEKTÛB

Bu mektûb, mevlânâ Abdül-hayy için yazılmışdır. Kur’ân-ı kerîmin bir­çok yerinde, (A’mâl-i sâliha) işliyenlerin Cennete girecekleri bildirilmek­dedir. Bunu açıklamakda ve şükr etmeği ve nemâzın esrârını bildirmekde­dir:

Allahü teâlâya hamd etdikden ve Peygamberimize “sallallahü aleyhi ve sellem” salevât getirdikden sonra, se’âdet-i ebediyyeye erişmenize düâ ederim. Allahü teâlâ, birçok âyet-i kerîmede, a’mâl-i sâliha işliyen mü’min­lerin, Cennete gireceklerini bildiriyor. Bu (Amel-i sâlih)lerin [ya’nî yarar işlerin] neler olduğunu, çok zemândan beri araşdırıyordum. İyi işlerin hepsi mi, yoksa birkaçı mı diyordum. Eğer, iyi şeylerin hepsi olsa, bunla­rı kimse yapamaz. Birkaçı ise, acabâ hangi iyi işler isteniliyor? Nihâyet, Al­lahü teâlâ, lutf ederek şöyle bildirdi ki, (A’mâl-i sâliha), islâmın beş rük­nü, direğidir. İslâmın bu beş temelini, bir kimse hakkı ile, kusûrsuz yapar­sa, Cehennemden kurtulması kuvvetle umulur. Çünki bunlar, aslında sâlih işler olup, insanı günâhlardan ve çirkin şeyleri yapmakdan korur. Nitekim, Ankebût sûresi, kırkbeşinci âyetinde meâlen, (Kusûrsuz kılınan bir nemâz, insanı pis, çirkin işleri işlemekden korur) buyuruldu. Bir insana, islâmın beş şartını yerine getirmek nasîb olursa, ni’metlerin şükrünü yapmış olur. Şükrü yapınca, Cehennem azâbından kurtulmuş olur. Çünki, Nisâ sûresi, yüzkırkaltıncı âyetinde meâlen, (Îmân eder ve şükr ederseniz, azâb yap­mam) buyuruldu. O hâlde, islâmın beş şartını yerine getirmeğe cân ve gö­nülden çalışmalıdır.

Bu beş arasında bedenle yapılacakların en mühimmi, nemâzdır ki, dînin direğidir. Nemâzın edeblerinden bir edebi kaçırmıyarak kılmağa gayret et­melidir. Nemâz temâm kılınabildi ise, islâmın esâs ve büyük temeli kurul­muş olur. Cehennemden kurtaran sağlam ip yakalanmış olur. Allahü teâ­lâ, hepimize “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” doğru dürüst nemâz kıl­mak nasîb eylesin!

Nemâza dururken, (Allahü ekber) demek, (Allahü teâlânın, hiçbir mahlûkun ibâdetine muhtâc olmadığını, her bakımdan hiçbirşeye ihtiyâcı olmadığını, insanların nemâzlarının, Ona fâidesi olmıyacağını) bildirmek­dedir. Nemâz içindeki tekbîrler ise, (Allahü teâlâya karşı yakışır bir ibâdet yapmağa liyâkat ve gücümüz olmadığını) gösterir. Rükü’deki tesbîhlerde de, bu ma’nâ bulunduğu için, rükü’den sonra, tekbîr emr olunmadı. Hâl­buki, secde tesbîhlerinden sonra emr olundu. Çünki, secde tevâdu’ ve aşa­ğılığın en ziyâdesi ve zıllet ve küçüklüğün son derecesi olduğundan, bunu yapınca, hakkı ile, tâm ibâdet etmiş sanılır. Bu düşünceden korunmak için secdelerde yatıp kalkarken, tekbîr söylemek sünnet olduğu gibi, sec-de tesbîhlerinde a’lâ demek emr olundu. Nemâz, mü’minin mi’râcı oldu­ğu için, nemâzın sonunda, Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sel­lem” mi’râc gecesinde söylemekle şereflendiği kelimeleri [ya’nî, ettehıy­yâtü...yü] okumak emr olundu. O hâlde, nemâz kılan bir kimse, nemâzı ken­dine mi’râc yapmalı. Allahü teâlâya yakınlığının nihâyetini nemâzda ara­malıdır.

Peygamberimiz “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” buyurdu ki, (İnsa­nın, Rabbine en yakın olduğu zemân, nemâz kıldığı zemândır). Nemâz kı­lan bir kimse, Rabbi ile konuşmakda, Ona yalvarmakda ve Onun büyük­lüğünü ve Ondan başka herşeyin hiç olduğunu görmekdedir. Bunun için, nemâzda korku, dehşet, ürkmek hâsıl olacağından, tesellî ve râhat bulma­sı için, nemâzın sonunda, iki def’a selâm vermesi emr buyuruldu. Pey­gamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” bir hadîs-i şerîfde, (Farz nemâz­dan sonra 33 tesbîh, 33 tahmîd, 33 tekbîr ve bir de tehlîl) emr etmişdir. Bu­nun sebebi, bu fakîrin anladığına göre, nemâzdaki kusûrlar (Tesbîh) ile ör­tülür. Lâyık olan, tâm ibâdet yapılamadığı bildirilir. (Tahmîd) ile, nemâz kıl­makla şereflenmenin Onun yardımı ve erişdirmesi ile olduğu bilinerek, bu büyük ni’mete şükr, hamd edilir. (Tekbîr) ederek de, Ondan başka ibâde­te lâyık kimse olmadığı bildirilir.

[Bu mühim sünneti elden kaçırmamalı. Câmi’lerde, cenâze olduğu ze­mânda da, Âyet-el-kürsî ile tesbîhleri terk etmemelidir].

Nemâz,şartlarına ve edeblerine uygun olarak kılınır ve yapılan kusûr­lar da böylece örtülüp, nemâzı nasîb etdiğine de şükr edip ve ibâdete, başka hiç kimsenin hakkı olmadığı, kalbinden temiz ve hâlis olarak, keli­me-i tevhîd ile bildirilince, bu nemâz, kabûl olunabilir. Bu kimse, nemâz kı­lanlardan ve kurtuluculardan olur. Yâ Rabbî! Peygamberlerinin en üstü­nü hurmeti için “aleyhi ve alâ âlihimüssalevâtü vetteslîmât” bizleri “kad­desallahü teâlâ esrârehümül’azîz” nemâz kılan ve kurtulan, mes’ûd kulla­rından eyle! Âmîn.