Bu mektûb, meyân şeyh Bedî’uddîne yazılmışdır. Kur’ân-ı kerîmdeki muhkem ve müteşâbih olan âyet-i kerîmeleri bildirmekdedir:
Âlemlerin rabbi olan Allahü teâlâya hamd olsun! Peygamberlerin en üstünü olan Muhammed aleyhisselâma “aleyhi ve aleyhim ve alâ âlihi ve eshâbihittayyibînettâhirîn ecma’în” salât ve selâm olsun! Allahü teâlâ, bizi ve sizi ilmde râsih olanlardan eylesin!
Kardeşim! Allahü teâlâ, kendi kitâbını ikiye ayırdı. (Muhkemât) ve (Müteşâbihât). Bunlardan birincisi, islâmiyyet bilgilerinin ve ahkâmının kaynağıdır. İkincisi, hakîkatlerin ve sırların hazînesidir. El, yüz, ayak, baldır, parmaklar ve parmak uçları, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde yazılıdır. Bunların hepsi, müteşâbihâtdandır. Bunlar gibi, Kur’ân-ı kerîmdeki sûrelerin başında bulunan harfler de müteşâbihâtdandır. Bunların ne demek olduğu, yalnız (ulemâ-i râsihîn) denilen büyüklere bildirilmişdir. Âyet-i kerîmedeki (El) kelimesinin, kudret demek olduğunu ve (Yüz) kelimesinin zât demek olduğunu sanmayınız! Bunlar çok gizli, derin bilgilerdir. En yüksek olanlara bildirilmişdir. Sûrelerin başındaki (Hurûf-i mukatta’ât) denilen harfler ile ne bildirildiği nasıl anlatılabilir? Çünki bunların her harfi, âşık ile ma’şûk arasındaki gizli esrârın denizleridir. Sevenle sevgilinin ince işâretlerinden örtülü birer işâretdir. Muhkemât, her ne kadar Kur’ân-ı kerîmin temelleridir. Fekat, bunların meyveleri ve netîceleri olan müteşâbihât, Kur’ân-ı kerîmin maksadları, gâyeleridir. Temel, binâyı tutmakdan başka birşeye yaramaz. Netîceleri, meyveleri elde etmek için vâsıtadan başka birşey değildir. Bundan dolayı, Kur’ân-ı kerîmin özü müteşâbihâtdır. Kur’ân-ı kerîmdeki muhkemât ise, bu özün, bu çekirdeğin kabuğudur. Müteşâbihât, şifre ile, işâret ile, aslı, özü bildiriyor. Ulûhiyyet mertebesinin inceliklerini haber veriyor. Muhkemât böyle değildir. Müteşâbihât, hakîkatlerdir. Muhkemât ise, müteşâbihâtın yanında, o hakîkatlerin sûretleri, görünüşleridir. Kur’ân-ı kerîmdeki bilgilerin özü ile kabuğunu ve hakîkati ile sûretini birlikde elde edebilen âlime (Âlim-i râsih) denir. Zâhir âlimleri, bu ilmlerin yalnız kabuğunu öğrenirler. Yalnız muhkemâtı bilirler. (Ulemâ-i râsihîn) ise, muhkemât bilgilerini elde etdikden sonra, müteşâbihât ile ne denilmek istenildiğini anlarlar. Sûret ile hakîkati, ya’nî muhkem ile müteşâbihi birleşdirirler. Fekat, muhkemâtı öğrenmeden ve muhkemâtın emrlerini ve yasaklarını yapmadan, müteşâbihâte ma’nâ vermeğe kalkışan ve sûreti bırakarak hakîkati arıyan kimse, câhildir, hem de kendi cehâletini anlamıyan kara câhildir. Doğru yoldan çıkmışdır da, kendi sapıklığından haberi yokdur. Bu dünyâda sûret ile hakîkatin bir arada bulunduğunu bilmiyor. Bu dünyâ durdukça, hiçbir hakîkat, sûretden ve şeklden ayrılmaz. Hicr sûresinin doksandokuzuncu âyetinde meâlen, (Sana yakîn gelinceye kadar, Rabbine ibâdet et) buyuruldu. Burada yakîn demek, mevt, ya’nî ölüm olduğunu, tefsîr âlimleri bildirmekdedir. Allahü teâlâ, bu âyet-i kerîmede, ölüm gelinceye kadar ibâdet yapılmasını emr etmekdedir. Ölüm de, bu dünyânın sonu demekdir. Çünki hadîs-i şerîfde, (Bir kimse, ölünce, onun kıyâmeti kopmuş olur) buyuruldu. Âhıret hayâtında hakîkatler meydâna çıkacakdır. Orada sûretler hakîkatlerden ayrılacakdır. Dünyâ hayâtı başkadır. Âhıret hayâtı başkadır. Bu iki hayâtı birbiri ile karışdıran, yâ câhildir veyâ zındıkdır. Zındık, din perdesi altında islâmiyyeti yıkmağa çalışır. Çünki, islâmiyyetin câhillere olan her emri, âlimlere de ve tesavvuf yolunun sonuna varanlara da emr edilmişdir. İslâmiyyetin emrlerini yapmakda, bütün mü’minler ve âriflerin en yüksek derecede olanları arasında hiç ayrılık yokdur. Tesavvufcuların câhil olanları ve mülhidler ya’nî zındıklar, islâmiyyetin emr ve yasaklarından kendilerini sıyırmak istiyorlar. Bu emrler ve yasaklar, yalnız câhil kimseler içindir diyorlar.
5:55 minutes ( 2.73 MB)