331 260-Mektub

sadakası olarak, bu seyr bitince, bir adım dahâ ileri atılacak olsa yok olunur. Bunun ötesinin yalnız adem olduğu anlaşıldı.

Ey oğlum! Bu sözlerden, sanmayasın ki, Ankâ kuşu avlanıla. Hayır, ha-yır. Öyle değil! Fârisî beyt tercemesi:

Ankâ avlanılmaz tuzağı topla! tuzağa giren, olur yalnız hava!

Allahü teâlâ, her düşüncenin ötesindedir. O, ötelerin ötesi, ötelerin ötesidir. Fârisî beyt tercemesi:

Hiç noksanı olmıyan çok uzakdır, ona yetişiriz sanmak tuhafdır!

Uzak demekle, arada perdeler var sanılmasın! Çünki bütün perdeler aşıl­mış, hiç perde kalmamışdır. Uzaklık, büyüklükdendir. Anlaşılamaz. Kav­ranılamaz. Bulunamaz. Allahü teâlânın varlığı, her mahlûka çok yakındır. Anlamakdan, bulmakdan çok uzakdır. Evet, seçilmişlerden çok az kimse­yi, Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” yanı sıra, büyüklük per­delerinin içine alırlar. Onlara yapılan ihsânlar bilinemez.

Ey oğlum! Bu işler, yalnız insanın (Hey’et-i vahdânî)sine olur. Bu hey’et, on parçadan yapılmışdır. Âlem-i halk ile, Âlem-i emrin hepsinden meydâna gelmişdir. Bununla berâber, bu makâmda, hepsinin başı, toprak maddeleridir. Ondan ötesi, ancak yoklukdur denildi. Çünki, dışarda ve ilm­de olan varlıkların mertebeleri geçildikden sonra, bunların tersi olan adem hâsıl olur. Allahü teâlânın kendisi, bu varlıkların ve ademin ötesidir. O ma­kâmda adem bulunmadığı gibi, varlıklar da yokdur. Çünki, tersi adem olan bir vücûd, Zât-i ilâhîye lâyık değildir. Başka kelime bulunamadığı için, o mertebede vücûd, ya’nî varlık dersek, tersi, karşılığı adem, ya’nî yokluk olmıyan vücûd demekdir. Bu fakîr, bir mektûbumda [ikiyüzotuzdördüncü (234) mektûbda], (Allahü teâlânın kendisi vücûddür) demişdim. Bunu, an­lamıyarak yazmışdım. İşin iç yüzüne varamamışdım. Vahdet-i vücûd gibi bir­kaç bilgi de, böyle yazılmışdı. İşin içyüzünü bildirdikleri zemân, başlangıc­da ve yolda iken yazdıklarıma ve söylediklerime pişmân oldum. Tevbe ve istigfâr eyledim. Estagfirullah ve etûbü ilâllah min cemî’i mâ kerihallah “sübhânehu ve teâlâ”.

Buraya kadar olan açıklamadan anlaşıldı ki, Peygamberlik dereceleri, çıkarken geçilmekdedir. Peygamberlik yükselmelerinde, insan Hakka doğ­rudur. Çokları, vilâyetde yükselirken, insan Hakka doğrudur. Nübüvvet­de, mahlûklara karşıdır. Yükselirken, vilâyet dereceleri, inerken Peygam­berlik dereceleri vardır demişlerdir. Bunun için, evliyâlığı, Peygamberlik­den dahâ yüksek sanmışlardır. Evet, Vilâyetde de, Nübüvvetde de, hem çı­kış, hem de iniş vardır. Her iki çıkışda da, insan Hakka doğrudur. İnişlerin­de ise, mahlûklara doğrudur. Böyle olmakla birlikde, Peygamberlikdeki iniş­de, insan bütün bütün mahlûklara karşıdır. Evliyâlıkdaki inişde, bütün bütün mahlûklara doğru değildir. Bâtını Hak ile, zâhiri halk ile olur. Çün­ki vilâyet sâhibi, ya’nî Velî “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” çıkış makâm­larını bitirmeden, inişe başlamışdır.