Eğer bu güzellikler, bu iyilikler, vücûdün kemâllerinden olsa idi, yasak edilmezlerdi. Yalnız şurası var ki, asl dururken zılle bakmak çirkin olacağı için, yasak edilebilir ise de, bu yasaklık, ademden olan kötülüklerin yasaklığı gibi harâm olmaz, yapmakdan ise, yapmamak dahâ iyi olur. Görülüyor ki, dünyâdaki güzellerin güzellikleri, vücûdün güzelliğinin zılleri değildir. Ademler, kemâllerin yanında bulunmakla güzel görünmeğe başlamışlardır. Ademin herşeyi gibi, bu güzel görünüşü de çirkin ve kötüdür. Şeker kaplanmış zehre benzer. Yaldızlanmış necâset gibidir.
İslâmiyyetin, nikâh edilen güzel kadınlarla ve güzel câriyelerle eğlenmeğe izn vermesi, çocuk elde etmek ve insanları üretmek içindir. Âlemdeki düzenin bozulmaması için buna izn verilmişdir.
Tesavvufculardan birçoğu, güzel yüzlere, tatlı seslere bağlanmışlar. Bu güzelliklerin, Vâcib-ül-vücûd teâlâ ve tekaddes hazretlerinin kemâllerinden ödünc verilen güzellikler olduğunu sanarak, bunlara bağlanmağı iyi ve güzel bilmişler. Hattâ, tesavvuf yolunda ilerlemek için yardımcı sanmışlardır. Bu fakîrin anladığı böyle değildir. Yukarda biraz bildirilmişdir. Şuna çok şaşılır ki, bunlardan birkaçı, bu yanlış hareketlerini haklı göstermek için vesîka da göstermeğe kalkışıyor. (Oğlanlardan sakınınız! Çünki onlardaki güzellik, Allahü teâlânın güzelliği gibidir) sözünü ileri sürüyorlar. Allahü teâlânın güzelliği gibidir sözü, bunları şübheye düşürmekdedir. Hâlbuki bu söz, onlara yardımcı olmuyor. Onların yanlış anladıklarını bildiriyor. Bu fakîrin anlayışının da doğru olduğunu gösteriyor. Çünki (Sakınınız!) buyurmakda, onlara bakmayı yasak etmekdedir. Bunun yanlış anlaşılabileceğini de anlatmak için (Onların güzelliği, Hak teâlânın güzelliği gibidir. Onun güzelliği değildir) buyurmakdadır. Böylece, yanlış anlaşılmasını önlemekdedir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem”, (Dünyâ ve âhıret, birbirinin zıddı, tersidir. Bu ikisinden birisini râzı edersen, öteki gücenir) buyurdu. Bu hadîs-i şerîf de gösteriyor ki, dünyânın güzelliği ile âhıretin güzelliği birbirinin zıddıdır. Birbirine uymaz. Herkes bilir ki, dünyâ güzelliğini, islâmiyyet beğenmez. Âhıret güzelliğini beğenir. O hâlde, dünyâ güzelliği kötüdür. Âhıret güzelliği iyidir. Birincisi ademden, ikincisi vücûdden hâsıl olmakdadır. Evet, ba’zı şeyler vardır ki, bir bakımdan dünyâdandır, başka bir bakımdan âhıretdendir. Bu şeyler, birinci bakımdan çirkindir. İkinci bakımdan güzeldir. Bu iki bakımı birbirinden ayırmak ve herbirinin güzelliğini ve çirkinliğini anlamak, islâmiyyeti bilmekle olur. Haşr sûresinin yedinci âyetinde meâlen, (Resûlullahın emr etdiklerini yapınız! Yasak etdiklerinden sakınınız!) buyuruldu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Dünyâ yaratıldığı zemândan beri, Hak teâlâ ona beğenerek bakmamışdır. Hak teâlâ onu beğenmez). Bu hadîs-i şerîfde dünyâda ademden hâsıl olan kötülüklerin, çirkinliklerin ve bozuklukların beğenilmediği bildirilmekdedir. Adem her kötülüğün ve her bozukluğun yeridir. Bunun için dünyânın güzelliği, tatlılığı ve tâzeliği kıymetsizdir. Allahü teâlâ, bunlardan râzı değildir. Allahü teâlâ, âhıretin güzelliğinden râzıdır. Âhıret güzelliğine bakar. Enfâl sûresinin altmışyedinci âyetinin meâl-i şerîfi, (Siz dünyâyı istiyorsunuz. Allahü teâlâ ise, âhıreti istiyor) olup, Allahü teâlânın dünyâya düşkün olanları beğenmediğini bildirmekdedir. Yâ Rabbî! Dünyâyı, gözümüzde küçült!
4:56 minutes ( 2.28 MB)