099 62-Mektub

62
ALTMIŞİKİNCİ MEKTÛB

Bu mektûb, Mirza Hüsâmeddîn-i Ahmed “rahmetullahi aleyh” cenâbı­na yazılmışdır. Cezbe ve sülûk anlatılmakdadır:

Allahü teâlâya hamd olsun. Onun sevdiği, seçdiği kimselere selâm ol­sun! Tesavvuf yolu iki kısmdır: Cezbe ve sülûk. Bunlara tasfiye ve tezkiye de denir. [(Sülûk), uğraşarak ilerlemekdir. (Cezbe) çekilip götürülmekdir.] Sülûkdan önce olan cezbenin, ya’nî tezkiyeden önce olan tasfiyenin kıyme­ti yokdur. Sülûk temâmlandıkdan sonra olan cezbe ya’nî tezkiyeden son­ra olan tasfiye lâzımdır ve seyr-i fillahda hâsıl olur. Önce olan cezbe ve tas­fiye, sülûkü kolaylaşdırmağa yarar. Sülûk olmadan, maksada kavuşulamaz. Yol temâm gidilmedikçe, cemâl-i ilâhî görünmez. Önceki cezbe, sonra olan cezbenin sûreti, nümûnesi gibidir. Hakîkatda, birbirinden başkadır­lar. Büyüklerimizin, (Sonda olan şeyler, başlangıçda yerleşdirilmişdir) sö­zünden maksad, (Nihâyetin sûreti, görünüşü yerleşdirilmişdir) demekdir. Nihâyetin kendisi, başlangıca sığabilir mi? Elbet sığmaz. Nihâyet, başlan­gıca, hiç benzemez. O hâlde sûretden, hakîkata geçmek lâzımdır. Hakîka­ti bırakıp, sûretle oyalanmak, uzakda kalmak, ilerliyememekdir. Allahü te­âlâ, hepimizi sûretden kurtarıp, hakîkata kavuşdursun! Âmîn.