bedene gelince, teveccühü unutanlar için lâzımdır. Çalışmaları, sanki önceki teveccühü hâtırlatmak içindir. O kaçırılmış olan ni’meti bulmak içindir. Eski teveccühü unutanlar, adı geçen sâbıklardan dahâ latîf yaradılışlıdırlar. Çünki eski teveccühün hepsini unutmak, teveccühün tâm olduğunu ve onda yok olmuş olduğunu gösterir. Teveccühü unutmamak, böyle değildir. Böyle olmakla berâber, sâbıkların teveccühleri, bütün varlıklarına yayılmış, işlemişdir. Bedenleri de, rûhları gibi olmuşdur. Sevilmiş ve seçilmiş olanlar da böyledir. Fekat, sevilmişlerdeki yayılış ile sâbıklardaki yayılış, başkadır. Birşeyin kendisi ile görüntüsünün başka olmaları gibidir. Buna kavuşanlar, böyle olduğunu iyi bilirler. Evet, kavuşan muhiblerde ve olgunlaşan mürîdlerde de bu yayılış vardır. Fekat, şimşek gibi gelip geçicidir, sürekli değildir. Devâmlı yayılma, ancak sevilmiş olanlar içindir.
MA’RİFET 2: Erbâb-ı kulûb meczûbları, kalb makâmında yerleşince ve o makâmın ma’rifetine ve şü’ûruna kavuşunca, tâliblere fâideli olabilirler. Bunların yanında bulunanlarda, kalbin çekilmesi ve muhabbeti hâsıl olabilir. Fekat kendileri, kemâle yetişmiş olmadıkları için, yanında bulunanlar da olgunlaşamazlar. (Nâkısdan kâmil gelmez) demişlerdir. Bunlar, yanındakileri kavuşduramaz iseler de, sülûk erbâbından dahâ fâideli olurlar. Çünki, sülûkün sonuna varsalar ve müntehîlerin cezbine kavuşsalar da, (Seyr-i anillah-i billah) ile, kalb makâmına indirilmemişlerdir. Bu âleme döndürülmemiş olan müntehî, başkalarını yetişdirmek, onlara fâide vermek makâmına mâlik olmaz. Onun âleme teveccühü, bağlılığı kalmamışdır ki, fâide verebilsin. Kendisine uyulan kimse, bir geçiddir. Çünki, geçid makâmı olan, kalb makâmına inmişdir. Rûhdan ve nefsden fâidelenmekdedir. Rûh yolu ile, yukarıdan istifâde etmekde, nefs yolu ile aşağıya fâide vermekdedir. Onun Allahü teâlâya teveccühü ile insanlara teveccühü bir aradadır. İkisinden biri, ikincisine perde olmaz. İfâdeyi ve istifâdeyi birlikde yapmakdadır. Tesavvuf büyüklerinden birkaçı şeyhin bir geçid olmasına, Hak ile halk arasında aracı olmasıdır diyorlar. Teşbîhi ve tenzîhi kendinde toplamışdır diyorlar. İyi bilmelidir ki, geçid olmağı böyle anlamak sekrden ileri gelmekdedir. Rehberlik ise, sahv hâlidir. Şü’ûrlu olmakdır. Öyle sözler, bu makâmına yakışmaz. Çünki bu makâmda, onların nefsleri, rûhun her tarafı kaplayan nûrları içindedir. Nûrların içinde bulunması, sekre sebeb olmuşdur. Kalbin geçid olması makâmında ise, nefs ve rûh birbirinden ayrılmışdır. Bundan dolayı, burada sekr olamaz. Burada, da’vet makâmına uygun olan sahv vardır.
Olgun olan zâtı kalb makâmına indirdikleri zemân, geçid gibi olduğu için, âlemle bağlılık hâsıl eder. Yaradılışı uygun olanları yetişdirir. Hâlleri değişmiyen meczûbun da, kalb makâmında bulunduğu zemân, âlemle bağlılığı vardır. Tâliblere teveccüh eder. Kalbin çekilmesi ve muhabbeti olsa bile, çekilmeğe ve muhabbete kavuşmuşdur. Bundan dolayı, tâliblere fâideli olur. Şunu da bildirelim ki, hâli değişmeyen meczûbun verdiği fâide mikdârı, geri dönmüş müntehînin yapdığı fâideden dahâ çokdur. Müntehînin fâidesi ise, meczûbun fâidesinden dahâ kıymetlidir. Çünki geri dönmüş müntehînin âlem ile bağlılığı var ise de, bu bağlılık, görünüşdedir. Doğrusuna bakılırsa, âlemden ayrıdır. Asla doğrudur. Onunla bâkîdir. Meczûb ise, âleme sıkı bağlıdır. Âlemin bir parçasıdır. Âlemin bâkî olduğu bekâ ile bâkîdir. İşte bunun için, tâlibler, meczûba tâm yakındırlar. Bunun için, ondan dahâ çok fâide hâsıl ederler.
5:01 minutes ( 2.31 MB)