231 193-Mektub

İnsanların efendisi hurmetine “aleyhissalâtü vesselâm” düâmızı kabûl buyursun! Âmîn!

Lâhordan gelen bir talebe, şeyh Ciyûnun [ya’nî şeyh Ferîd hazretlerinin] eski Nahhâs câmi’inde Cum’a nemâzı kıldığını söyledi. Meyân Refi’uddîn, şeyhin iltifâtına kavuşdukdan sonra, kâdî şeyh Ciyûnun, kendi bağçesinde bir câmi’ yapdırdığını söyledi. Böyle haberleri işitdiğimiz için, Allahü te­âlâya hamd olsun! Allahü teâlâ böyle iyi işleri artdırsın! Saygı taşıyanları­nız, böyle haberleri işitince çok, hem de pekçok sevinmekdeyiz.

Muhterem Seyyid hazretleri “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz”! Bu­gün, müslimânlar kimsesiz kaldı. İslâmiyyete yardım için, bugün bir çiteyl [ya’nî ufak bir gümüş] vermek, binlerce altın vermiş gibi kıymetli olur. Han­gi tâli’li kimseye bu büyük ni’meti ihsân ederlerse, ona müjdeler olsun! Dî­nin yayılmasına, islâmiyyetin kuvvetlenmesine çalışmak, her zemân iyidir ve kim olursa olsun, böyle çalışan, cihâd sevâbına kavuşur. Fekat, islâm düş­manlarının her yandan saldırdığı bu zemânda, Ehl-i beyt-i nebevîden olan siz kahramânların “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” yardım etmesi, el­bette dahâ iyi, dahâ güzel olur. Çünki Allahü teâlâ, islâmiyyet gibi en bü­yük ni’metini, kullarına, sizin yüksek ceddiniz ile gönderdi. Sizin yardımı­nız, kendi yapdığı şeye yardım etmek olur. Başkalarının yardımı ise böy­le olmaz. Resûlullaha “aleyhi ve alâ âlihi minessalevâti efdalühâ ve minet­tehıyyâti vetteslîmâti ekmelühâ” tâm vâris olabilmek, bu büyük işi yapmak­la olur. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbına karşı buyurdu ki, (Siz, öyle bir zemânda geldiniz ki, Allahü teâlânın emrlerinin ve yasakla­rının onda birini yapmaz iseniz, helâk olur, Cehenneme gidersiniz. Sizden sonra öyle müslimânlar gelecek ki, Allahü teâlânın emrlerinin ve yasakla­rının onda birini yapabilseler, Cehennemden kurtulurlar). İşte bizim zemâ­nımız, o zemândır ve müjdelenenler de şimdiki müslimânlardır. Fârisî beyt tercemesi:

Se’âdet topu ortaya kondu. Topu kapan yok, erlere n’oldu?

Bu yakınlarda, mel’ûn Guvendval kâfirinin öldürülmesi çok güzel oldu. Onun ölümü, Hindûların burunlarının kırılmasına sebeb oldu. Ne niyyet­le olursa olsun, niçin öldürüldü ise öldürülsün, islâma saldıranların alçal­ması, müslimânlar için bir kazançdır. O kâfir öldürülmeden önce rü’yâda devlet reîsimizin, kâfirlerin liderlerinin başını kesdiğini görmüşdüm. Doğ­rusu o kâfir, düşmanların önderi ve kâfirlerin şefleri idi. Allahü teâlâ, o al­çakları yardımsız bıraksın!

İslâmiyyetin ve müslimânların yükselmesi, kâfirlerin ve kâfirliğin kıy­metden düşmesine, aşağı olmasına bağlıdır. Allahü teâlâ, zimmîlerden cizye almağı emr eyledi. Onlardan bu vergiyi almak, onları aşağı kılmak için­dir. Kâfirler ne kadar yükselirse, müslimânlar da o kadar alçalır. Bu ince­liği iyi anlamalıdır. Çok kimse, bu bağlılığı anlıyamıyor. Bu yüzden dinle­rini yıkıyorlar. Tevbe sûresinin yetmişüçüncü âyetinde meâlen, (Ey sevgi­li Peygamberim “sallallahü aleyhi ve sellem”! Kâfirlerle ve münâfıklarla cihâd et, döğüş! Onlara sert davran!) buyuruldu. Kâfirlerle döğüşmek, onlara sert davranmak, dinde zarûrî lâzımdır. Ya’nî îmânın şartıdır. [Fekat, cihâdı hükûmet yapar. Devletin ordusu yapar. Müslimânların cihâdı, asker olarak hükûmetin verdiği vazîfeyi yapmakdır.] Geçen senelerde, yayılmış olan kâfirlik alâmetlerinden şimdi, ötede beride kalmış bulunması, müsli­mânlara çok ağır gelmekdedir. Bugün, her müslimânın birinci vazîfesi, o al­çakların kötülüklerini ahbâblarına anlatmakdır ve küfr alâmetlerinin mil­let arasından kalkmasına çalışmakdır. Bu kötü alâmetlerden ötede beride görülmesi, belki de bunların kötülüğünü anlamamakdan ileri gelmekdedir. Elinizden gelirse güvendiğiniz din adamlarına haber yollayınız. Bu kâfir­lik alâmetlerini, millete duyursunlar. İslâmiyyetin emrlerini bildirmek için, hârika işler yapmak, kerâmet sâhibi olmak şart değildir. Bilenlerin, bil­miyenlere öğretmeleri lâzımdır. Elimde gücüm, kuvvetim yokdu da, islâ­miyyetin yasak etdiği şeylerin kötülüklerini söyliyemedim diyerek, özr ve behâne ileri sürmek, kıyâmetde insanı azâbdan kurtaramıyacakdır. İn­sanların en iyileri olan Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” is­lâmiyyetin emrlerini, yasaklarını bildirirlerdi. Ümmetleri mu’cize isteyin­ce, (Mu’cizeleri, Allahü teâlâ yaratır. Bizim vazîfemiz Onun emrlerini bil­dirmekdir) buyururlardı. Allahü teâlâ dilerse, ümmetlere merhamet ede­rek, inanmaları, se’âdete kavuşmaları için, o ânda mu’cize yaratırdı. Her ne olursa olsun, islâmiyyeti bildirmek, gençlere öğretmek, fâidelerini açık­lamak, düşmanların yalanlarını, iftirâlarını cevâblandırmak elbette lâzım­dır. Bilenler, bildirmezlerse, cezâdan, azâbdan kurtulamıyacaklardır. Bu va­zîfeyi yaparken, fitne çıkarmamağa, dikkat etmelidir. Dikkat ile çalışırken, kendine bir sıkıntı gelirse, bunu ni’met bilmelidir. Peygamberler “aleyhi­müssalevâtü vetteslîmât” Allahü teâlânın emrlerini bildirirlerken, gör­medikleri sıkıntılar, çekmedikleri işkenceler kalmadı. Onların en üstünü “aleyhim minessalevâti efdalühâ ve minettehıyyâti ekmelühâ” buyurdu ki, (Hiçbir Peygambere, benim çekdiğim eziyyet çekdirilmedi). Fârisî beyt ter­cemesi:

Ömür geçdi, derdimi anlatmak bitmedi, bitireyim artık, gece devâm etmedi.

Vesselâm.